Tarım, Avcılık, Balıkçılık Sektörü Haberleri

Milas’ta Tarla Balıkçılığı

Milas İç Su Ürünleri Yetiştirici ve Üreticileri Birliği Başkanı Cengiz Atilla ile yapılan Söyleşi.
Milas’ta Tarla Balıkçılığı
1985’de Milas’ta küçük faaliyetler olarak başlayan tarla balığı yetiştiricilerinin bir araya gelmesiyle bugünkü yapımıza kavuştuk. Toprak havuzlarda balık üretiyoruz. Şu andaki kimliğimiz; Milas İç Su Ürünleri Yetiştirici ve Üreticileri Birliği adını taşıyor. Ben de bu Birliğin başkanlığını yapıyorum. Kurucu başkanı Sedat Zencir’di. Ondan sonra Avşar Köyünden Mustafa Kaçar bir yıl başkanlık yaptı. Ondan sonra görevi ben devraldım. Kuruluşundan beri de Birliğin yönetim kurulu üyesiydim. Birlik 2007 yılının sonlarına doğru kuruldu. Yaklaşık 6 yıllık bir geçmişimiz var. Daha henüz kurumsallaşamadık ama kurumsallaşmak için de çabalıyoruz. Bugün için Birliğimize kayıtlı işletme sayısı 112. Genel toplamda ruhsat sahibi 165 adet toprak havuz işletmesi var. Bunların hepsi faal. Bunun dışında 15-20 kadar toprak havuz Türkiye’nin değişik yerlerine serpilmiş durumda. Türkiye genelinde 180 kadar toprak havuz işletmesi bulunuyor. Bunun 165’i Milas bölgesinde; Ekinambarı, Avşar, İçme, Savran, Yaşyer, Akyol köylerinin sınırları içinde. 165 işletmenin 112’si bizim Birliğe üye, geri kalanı ise denizde kafes balıkçılığı yapan işletmelerin bağlı bulunduğu Birliğe üye.

Size üye olmayanlar neden üye değil?


Bizden önce Milas Su Ürünleri Birliği kurulduğu için oraya üye olmuşlar, üyelikleri orada devam ediyor. Bir de daha önce denizde faaliyet gösterip de toprak havuz balık yetiştiriciliğine kayanlar var. Onlar bir Birliğe kayıtlı oldukları için ikinci bir Birliğe üye olamıyorlar. Biz toprak havuz işi yapanların hepsine çağrıda bulunuyoruz, gelin bize üye olun diye. Zaman içinde bize üye olanlar oldu. Olmayanlar da var ama onların da zaman içinde bizim Birliğe üye olacaklarına inanıyorum. Çünkü yaptığımız iş aynı. Toprak havuz işletmeciliği yapanların, denizde faaliyet gösteren Su Ürünleri Birliği’nde kalmaya devam etmelerinin bir mantığı yok zaten.

Milas’taki toprak havuz İşletmelerinin kapasitesi ne?


Bu işi yapan 165 işletmenin geçen yılki(2012) kapasitesi 8200 ton/yıl. Bunlar çipura ve levrek, yeni tür olarak minekop ve granyözün de üretimine başlanıldı. Bunların büyük çoğunluğu ise levrek. Çipurada pazar payı az olduğu için işletmeler daha çok levreğe yönelmiş durumda. Bunun 4500 tonu bizim Birliğe üye işletmeler tarafından üretiliyor. Bizim Birliğin dışında kalan işletmelerin üretim kapasiteleri çok yüksek olduğundan üretimleri neredeyse bize yakın. Bizim üye işletmelerin kapasiteleri onlara göre daha küçük. Yıllık üretim kapasitesi yıllara göre iniş-çıkışlar gösterebiliyor. Yıllık üretim kapasiteleri, 8 bin ile 10 bin ton arasında değişkenlik gösterebiliyor.

Toprak havuzların % 90’ı Milas’ta. Milas’ın özelliği nedir ki karşımızda böyle bir tablo duruyor?
Çok güzel bir soru. Bu konuda elimizde her türlü bilgi var. Bizim toprak havuzların bulunduğu araziler, tarımsal özelliklerini yitirmiş arazilerdi. Bölgede tarımsal üretim özelliğini yitirmiş arazi çoktu. Bunları tekrar ekonomiye nasıl kazandırabiliriz şeklinde düşünceler gelişti, araştırmalar başladı… Bunun için çeşitli alternatifler üzerinde duruldu. Tuzlu suyun üretim üzerinde olumsuz etkileri olacağı, hiçbir ticari ürün yetiştirilemeyeceği için, tarımsal üretim seçeneklerinden vazgeçildi. Bölgede bulunan tuzlu suyun balık yetiştiriciliğine uygun olması nedeniyle; tarla balıkçılığı üretimine bu şekilde başlanıldı. Balığın bu havuzlarda yaşamasının nedeni yer altından tuzlu suyun çıkmış olması… Tuzlu suya erişim çok kolay, bölgemizde. Deniz suyunun tuzluluk oranı binde 36’ysa, toprak havuzlardaki suyun tuzluluk oranı binde 15. Çipura ve levrek için yeterli bir tuzluluk oranı bu. Ayrıca su, 18 derece sabit sıcaklıktaçıkıyor. Bu da önemli bir özellik. Yaz kış böyle. Kışın bu sıcaklıkta bir su, denizlere göre balığı geliştiren bir özelliğe sahip oluyor. Ekonomik üretim için bu önemli bir özellik bizim için. Bir de bizim için bu işin sürdürülebilmesi için toprağın yapısı çok önemli. Sadece bizim bu bölgeye özgü bir toprak yapısı var.

Nedir bu toprağın özelliği?


Tamamen kil. Su geçirmeyen. Yapısı çabuk bozulmayan. İçine, dışarıdan bir şey kabul etmeyen bir yapısı var. Bu durum, toprağın temiz olmasını sağlıyor. Temiz olması nedeniyle, burada organik canlıların üremesine ortam hazırlıyor. Toprağın yapısı incelendiğinde kalsiyum gibi mineraller de toprakta bol… Durum böyle olunca, üretim hem kaliteli oluyor hem de sadece suni yemden oluşmamış oluyor. Bizim balıklar kafes balıklarına göre daha organik. İştahlı balıklar olunca bu miktar biraz artabiliyor. Örneğin kafeste yetişen bir kilo balıkta 2-2.5 kg FCR değerlerine rastlanırken, bizim balıklarda bu rakam 1.2 kg. Yani kafes balığının 1 kg haline gelmesi için yılda 2.5 kg suni yem vermek gerekirken, bu bizde, onun yarısı kadar. Bu da bizim balıkların daha doğal beslendiğinin bir göstergesi. Bu rakamlar denizde 2 ile 3 kg arsında gidip gelirken bizde, 1.2 ile 1.5 kg arasında değişir. Bu durum, bizim balıkların canlı yemle beslendiğini ortaya koyuyor. Bizim balıkların bu beslenme şekli, denizdeki kültür balıklarına göre daha lezzetli olmasını sağlıyor ve ayrıca görünüm ve kalite farkı yaratıyor.
Toprak havuzlarda yetişen bir balıkla, kafeste yetişen bir balık arasındaki lezzet ve kalite farkını bize anlatır mısınız? Tüketici hangisini tercih etmeli?
İlk önce toprak havuzun toprak yapısı gereği balık, ultraviyole ışınlarına maruz kalmıyor. Denizde 3-4 metre derinliğe kadar, güneş ışığı rahatlıkla nüfuz edebiliyor. Balıkların sırtında bir esmerleşme, kararma meydana geliyor. Balığın kalitesi ne olursa olsun renginde bir siyahlık meydana geliyor, balığın görüntüsü bozuluyor. Bu bizim balıklarda olmuyor. Bizim balıklar derin deniz balığı gibi çıkıyor. Parlak görünümlü. Bizim balıklar canlı yemle beslendiği için de daha organik bir yapıya sahip oluyor. Canlı yemle beslendikleri için tarla balıkları kafes balıklarına göre daha fazla dayanıklı oluyor. Canlı yem dolayısıyla bünyesindeki, omega yağları etinin içinde biraz daha fazla oluyor. Bu yağlar, balıketine lezzet katar. Toprak havuzlar çamurunun rengi nedeniyle ışık almıyor. Bizim balıklar, “Ben derin deniz balığını yerim” mantığını da yıkıyor. Denizlerimizdeki kirlilik de çok ileri düzeylerde. Doğanın bu kadar kirlendiği bir ortamda, deniz sularının ne kadar temiz kaldığı da bir soru işareti değil mi? Okyanus balığı olmadığı sürece, diğer denizlerdeki canlıların ağır metallere ne kadar maruz kaldıklarını bilemiyoruz… Dolayısıyla bizim toprak havuzların böyle bir riski yok. Bizim toprak havuzlarda üretilen balıkları herkes, aklına herhangi bir soru işareti gelmeden rahatlıkla yiyebilir. Toprak havuz balıkları, açık deniz balıklarına göre de çok sağlıklıdır…

Toprakla temas balığın kalitesini arttıran bir unsur mu?


Evet. Doğal ortamda beslenen hayvanların eti ve sütü, suni yemle beslenen hayvanlara göre daha lezzetlidir. Aynı şey balıklar için de geçerli. Her canlının toprakla teması olmalı. Derin denizdeki balıklar toprak içinde eşinir, toprakla teması onu daha canlı ve dinamik kılar. Toprak onlara, yaşam enerjisi ve elektriği verir. Balıkta kalite lezzet, onun toprakla teması ve topraktan aldığı besindir. Bizim topraklarda üreyen milyarlarca, hatta gözle görülebilen, canlı organizmalar var. Havuz balıkları bunlarla da besleniyor. Ağ kafeslerde bu mümkün değil. Deniz kafes balıklarıyla bizim aramızda çok fark var.

Toprak balıkçılığına karşı bir önyargı var mı?


Bundan önceki dönemlerde kültür balığına karşı çok kötü senaryolar üretilmiş, halkın kafasında pek çok soru işaretleri yaratılmış… Balıkların neyle beslendiklerini bilmedikleri için insanlar kültür balıklarına sıcak bakmamış; uzun süre uzak durmuşlar bu balıklardan. Günümüzde, balıkların hangi koşullarda yetiştiği, nasıl yetiştirildiği herkes tarafından rahatlıkla izlenebiliyor. O önyargılar şimdi yok artık. Katılmış olduğumuz fuarlarda, seminerlerde, çalıştaylarda; insanların neden kültür balığı yemeleri gerektiğini anlatıyoruz. Bu konuda epey başarı sağladık. Tüketiciler balıkçılara gittiklerinde, özellikle toprak havuz balığı istiyorlar. “Ben bu balığı yemek istiyorum, nerede bulabilirim?” sorusuyla sık sık karşılaşıyoruz. Bugün hangi balığı getirirseniz getirin bizim balığın raf ömrü çok fazladır. Bu canlı yemle beslenmenin bir sonucudur. Kafes balığının bir hafta raf ömrü varsa, bizim balıkların 10-15 gün gibi bir raf ömrü vardır. Bu hem satıcı hem tüketici açısından avantajlı bir durum yaratıyor. Bundan dolayı da ayrı bir talep görüyoruz. Tüketiciye biz bunları anlatıyoruz ama daha ulaşmamız gereken çok yer ve kitleler var. 2003 yılında ruhsatlı işletmeler başladı. 10 yıllık süreçte bu noktalara gelebildik. Önümüzde yapmamız gereken daha çok işler var.

Milas’taki toprak havuzların yüzölçümü ne kadar?

Bu konuda somut bir çalışmamız olmadı. 29 ton balık üreten çiftliklerimizin alanı 10 dönüm civarında. 160 işletmenin 100’ünün bu şekilde olduğunu varsayarsak, rakam ortaya çıkar. 20 bin, 30 bin, 50 bin metrekarelik alana sahip olan işletmelerimiz var. Yaşyer, İçme ve Ekinambarı arazilerinin % 20’sinin toprak havuzlarla kaplı olduğunu düşünebiliriz. Çevreyle dost yaşayabilmek, tarım arazilerini kullanmamak için işletme sayımızı dondurduk. Yeni ruhsat verme durumu yok artık. İşletme sayısı arttıkça yer altı sularının rezervinin azaldığını gördük. Bu nedenle işletme sayımızı sabitledik. Her üretim bir atıksu meydana getiriyor. Her üretimin bir çevre zararı oluyor. Bu zararın artmaması, doğanın zarar görmemesi için mevcut 165 işletme ve 10 da faal olması beklenen işletme olmak üzere toplam 175 işletmeyle bu sayıyı sabitledik. İşletmelerin sürdürülebilirliği açısından böyle bir uygulama zorunluydu.

Yavru balık işini nasıl çözüyorsunuz?

Alabalıkta olduğu gibi çipura ve levrekte yavru kazanımımız yok. Kuluçkahane dediğimiz bizim bölgede kurulmuş 2 işletme var. Bizim adımıza başka bölgelerde üretim yapan kuluçkahaneler de var. Onlar, bu işi bizim adımıza yapıyorlar. Kuluçkahane, büyük bir yatırım gerektiriyor. Bu yatırımları her işletmenin yapması mümkün değil. Kuluçkahanelerde yetişen balıklara haçere deniyor. Kafes ve toprak havuzlar için haçere üretimi aynı. Yalnız, toprak havuzlar için adaptasyon tekniği uygulanıyor ve yavru balıklar toprak havuzlardaki suyun tuzluluk oranına hazır hale getiriliyor. Levrek çok düşük tuzlu suya uyum sağlayabilen bir balık türü. Çipura daha tuzlu suyu seviyor. Havuzlara gelen yavru balıklar, havuza atılmadan önce, 1 saat kadar havuz suyuyla adaptasyona uğratılıyor. Bu konuda telef olma durumu yaşamadık bugüne kadar. Kuluçkahaneden 10 bin yavru aldıysak, havuzlarımızda aynı sayıda balığı alabiliyoruz. 24 saat yavru balık alabiliyoruz bu kuluçkahanelerden. 5-6 milyar yumurtadan ancak 100 bin yavru alınabiliyor. Yumurtaların hepsi balığa dönüşmüyor. Teknoloji geliştikçe telef olan balık sayısı da azalıyor.
Milas’taki toprak havuzların yıllık yavru ihtiyaçları ne kadar?
Bunu hesaplamak biraz zor. 29 tonluk bir işletme 90 binden fazla yavru alamıyor yasal olarak. Yaklaşık 15 milyon yavruya ihtiyaç olabilir. 29 tonluk bir işletme 29 ton üretip satıp; tekrar aynı miktarda yavru almak zorunda.

Bir yavru balığın satış aşamasına gelebilmesi için geçirdiği evreler nedir?


Balık yavruyken ayda kendi ağırlığı kadar gram alır. Çok hızlı büyür. Balık büyüdükçe gram alması yavaşlar. 12 aylık bir sürede pazar boyutuna ulaşsa da, bir balık, ancak 18 ay gibi bir sürede satış noktasına gelebiliyor. Yani bir balığın pazara çıkması için 18 aylık bir sürenin geçmesi gerekiyor. Bu süre sonunda balık 400-600 gram arasında bir büyüklüğe ulaşıyor. Çipura ve levreğin büyümesi, ilerleyen süreçte ağırlaşıyor. Alabalık 8 ay sonrasında da hızlı büyümesini sürdürürken; aynı şey çipura ve levrekte gerçekleşmiyor. Balığın gelişmesinde stres çok etkili oluyor. Balık çevresel etkilerden çok çabuk etkilenir.

Nedir balığın stres olayı?


Bugün üretim çiftliklerinin etrafından hızla geçen bir araç, balığı strese sokabilir. Balık çok hassastır. Bizim hissetmediğiz çok sayıda deprem olur. Bunları balık hisseder. Bu, balığı strese sokan etkenlerden birisidir. Havalimanına inen-kalkan uçak ve helikopter sesinden etkilenir. Bizim balık çiftliklerinin yakınında olan taş ocaklarındaki patlatmalardan, balıklarımız büyük ölçüde etkileniyor. Yağmur yemlemeyi etkiler. Açlık, bir stres nedenidir. Soğuk balığı strese sokar. Balık bazı stresleri 1-2 saatte atar ve rahatlar.


Balık ta bir insan gibi midir?


Tabi. Balığın korkuları vardır, heyecanları ve sevinçli anları vardır. Balık çok korkak bir hayvandır. Bu korkaklığı sayesinde hayatta kalmayı başarır… Kaçma ve saklanma yöntemlerini çok iyi bilir. Örneğin çok yüksek miktarda bir patlatma yapıldığı zaman; balık toprağa doğru kaçıyor ve havuzun tabanına saklanıyor. Bizim balığın stresli halini gözlememiz mümkün değil. Balık o stresi yaşar yaşamaz dibe iner. O korku ve panikle balık, mutlaka kendini yere atma ihtiyacı duyar. Balık stresliyken, stresi üzerinden atamamışsa, o gün yem yemez. Büyük streslerde ölüm yaşanabilir; örneğin 5-10 kayıp olabilir. Stres çok büyükse ikinci günde yem yemez balık. Balığın böyle bir özelliği var. Suyun yüzeyine çıkmaz; göstermez kendisini. Asıl büyük stres ise bizim kendi üretim hatamızdan kaynaklanır. Suyun kesilmesi, artezyenlerin durması, bunları fark edememek… Oksijen makineleri durursa; balık büyük stres yaşar. Oksijenin olmadığı yerde balık bütün hareketini keser; bir ay, iki ay gibi sürede ancak kendisine gelebilir.
18 ay sonunda balık pazara hazır hale geliyor dediniz. Bu süre sonunda balıkları gramajları hep aynı mıdır?
İnsanın kısası-uzunu gibi böyle bir durum balıkların genetiğinde de var. Gramaj olarak küçüğü var, ortası var, büyüğü de var. Bu balıkların % 10’u mesela, normalüstü olabiliyor. 600-800 grama yakın balıklar da oluyor. Normalinde pazar boyutuna gelen balık, 400 gram civarında. Bu neden böyle; bunu çözebilmiş değiliz. Biz balığın genetiğini bilemiyoruz. Bunu çözmüş olsak; daha az maliyetle, 12 ay gibi bir sürede balıkları pazara sunabiliriz ama bu konuda bir şey yapamıyoruz. Hızlı büyüyen balıklar; genel balık toplamının % 10’unu geçmez. Balıklar genelde aynı boyda olur, aynı şekilde gelişirler. Yüzde 5’lik kısmı da çok küçüktür. Yem alıp ta büyümeyen; beli kırık olan, solungaçlarında sorun olan balıklar gelişemiyor.

Üretim giderleriniz nelerdir?


Bunu 3 ana başlık altında toplayabiliriz. Birincisi, en büyük ihtiyacımız olan enerji. Elektrik, en büyük gider kalemimiz. Kendi cazibesiyle akan suyu bulunmayan işletmeler, bu ihtiyacını artezyenler vasıtasıyla sağlıyor. İkinci olarak su; su da bizim için bir maliyet. Artezyenlerden elde ettiğimiz suya litre/sn başına bedelini ödüyoruz. Üçüncü gider maddemiz de işçi, ekipman(donanım) giderleri ve en büyük girdimiz olan yem.

Tarla balığını sevdirmek için tanıtım yapılıyor mu?


Evet. Bizim bir merkez Birliğimiz var, o bu konuda bir çalışma içinde. Bu Birliğe alabalık dahil tüm su üretici Birlikleri üye. Denizde kültür balıkçılığı yapanlar da buraya üye. Birlik, sanatçılar vasıtasıyla bir tanıtım kampanyası düzenlemek istiyor. Amaç balıkla beslenme bilinci yaratmak ve balık tüketiminin arttırılması… 14 tane İçsu Ürünleri Üretici Birliği var; bunların 4’ü çipura-levrek üretimiyle ilgili, diğerleri ise alabalık üretimiyle. Dalyanlar hariç. Dalyanlarda üretim kooperatifler vasıtasıyla oluyor. Şu anda Türkiye’de insan başına tüketim 7 kg dolayında. Bunu daha da arttırmak istiyoruz. Medya kuruluşlarında yapılacak olan tanıtım kampanyalarıyla, insan sağlığına yararlı olan balıkla beslenmenin teşvik edilmesi amaçlanıyor. Türkiye’nin çok büyük balık üretim potansiyeli bulunuyor. Fakat ürettiğimiz kadar halkımıza yansıtamıyoruz. Balıkların büyük bölümü ihraç ediliyor. Avrupa’daki insanlar bu konuda çok bilinçli ve balık tüketimleri çok fazla. Avrupa’daki insanlar, kişi başı tüketimde bizden 4 kat daha fazla tüketiyor. Örneğin biz zeytinci bir ülkeyiz; zeytinyağında kişi başı tüketim 2 litre. Bu rakam Avrupa ülkelerinde çok daha fazla; 4 kat, 5 kat oranında. Balıkta da aynı durum söz konusu. Vitamin deposu olan insan sağlığı için çok yararlı besin maddelerimiz var ama biz bunlardan sağlıklı beslenme için yeterince yararlanamıyoruz. Avrupa ülkeleri bizden alıyor, besleniyor; biz ise elimizdeki olanaklardan yararlanmasını bilmiyoruz. Çelişkili bir durum… Açıklaması çok zor. Avrupa, üretmediği halde tüketiyor. Biz üretiyoruz ama tüketme bilincimiz yok.

Toprak havuzların yarattığı istihdam nedir?


Birçok işletme aile işletmesi. Kendileri çalışıyor. Kendisi çalışamayanlar ise en az bir işçi çalıştırmak zorunda. Küçük işletmelerde 1, orta işletmelerde 2 işçi çalışmak zorunda. 29 tonun üzerinde üretim yapan ve ÇED raporu olan büyük işletmelerdeki işçi sayısı fazla ve onlar aynı zamanda 1 Su Ürünleri Mühendisi ve 1 Çevre Mühendisi çalıştırmak zorunda. Su Ürünleri Mühendisliğinde okuyanlar toprak havuzları bilmiyorlar. Bu konuda Muğla Üniversitesi ve GEKA’yla birlikte bir toplantı yaptık. Yararlı bir toplantı oldu. Muğla Üniversitesinde Su Ürünleri bölümünde okuyan öğrencileri davet ettik. Toprak havuzları gezdirdik. Toprak havuzları onlara anlattım. Çok ilgilerini çekti.

Devletin kültür balıkçılığıyla ilgili teşvikleri var mı?


Var. Kilo başına 85 kuruş, yavru başına da 0.50 kuruş destek alıyoruz. 100 bin yavru aldıysanız; 5 bin lira gibi yavru desteği alıyorsunuz. 29 ton balık sattığınızda bunu 85 kuruşla çarptığınızda; bu kadar da mali destek alıyorsunuz. Bunun bir kısmını Maliye gelir olarak görüyor ve vergi olarak alıyor. Bunlar hibe oluyor. Geri ödemesi yok. Sigorta konusunda bir desteği var, Tarım Sigortası(TARSİM), onun da % 50’sini karşılıyor. Yem ve enerji konusunda bir desteği yok. Enerji maliyetlerimiz çok yüksek. Sanayiden bile pahalı kullanıyoruz. Enerjide çok büyük vergi yükümüz var. Bizden iletim ve dağıtım sistem bedelleri adı altında iki kalem vergi alınıyor. Bu, toplam enerji tüketiminde büyük bir rakam oluşturuyor. Bu bizleri olumsuz yönde etkiliyor. Enerji Bakanlığından, bunların indirilmesini talep ettik. Gemilerde mazot indirimi yapıldığı gibi bizde de elektrik indiriminin yapılması iyi olur. Bu konuda bize geri dönüş olmadı.

Toprak havuzlar doğayı veya havuzdan dışarı bırakılan sular, akarsuları kirletiyor mu?

Örneğin hayvancılık için bir değer verilmiş; 300-500 miligram. Toprak havuzlardaki balığın yarattığı kirlilik 0.50 miligram. Yani hayvancılık yapan birisinin doğaya salacağı kirlilik miktarı 500 miligram iken; toprak havuzlarda üretim yapan birisinin doğaya salacağı sudaki kirlilik oranı 0.50 mg olmak zorunda.

Doğaya saldığınız suyun kirlilik miktarının 0.50 mg çıkması için nasıl bir çaba ve özen gösteriyorsunuz?


Bu konuda özel bir çabamız yok. Zaten üretim standartlarına uyduğumuz zaman bu değerler kendiliğinden oluşuyor. Tesis projelerimiz ona göre hazırlanıyor. Çökeltim havuzlarımız var. Çökeltim havuzlarında, sudaki partikül yoğunluğu ve suyun oksijenlenmesi; suyu tekrar eski yapısına dönüştürüyor. Çökeltim havuzlarından dışarı verdiğimiz su neredeyse içilebilir durumda oluyor. Sudaki kirlilik oranı; 0.50 değerin çok çok altında oluşuyor. Toprak havuz işletmecileri olarak kesinlikle doğayı kirletmiyoruz ve aksine sürdürülebilirlik anlamında elimizden gelen çabayı üst düzeyde gösteriyoruz. Zaten tüm projelerimiz de buna göre hazırlanmış. Biz ihmalci davransak da, bir kirliliğin doğaya salınması mümkün değil zaten. Her işletmenin bir çökeltim havuzu var. Balığın dışkısı, yem artıkları bu çökeltim havuzlarında toplanıyor. Çökeltim havuzları, hasat sonrasında, suyu boşaltılarak, gübre olarak tarımsal arazilerde kullanılıyor. Bu aslında, çok değerli bir gübre. Çökeltim havuzları, bir nevi bizim arıtma tesisimiz anlamına geliyor.

Balığı yetiştiriyorsunuz, pazarlama aşamasına getiriyorsunuz. Bu süreçte yaşadığınız sıkıntılar, sorunlar var mı? Bu aşamada her şey istediğiniz gibi gidiyor mu?
Bizim bugüne kadar bir pazar sorunumuz olmadı. Neden olmadı? Gerçekten kaliteli balıklar üretiyoruz. Talep çok fazla bizim balıklara. Üretimimiz 3-4 bin ton seviyelerindeyken, bu sorunu hiç yaşamadık. Fakat 10 bin tonlara çıktığımızda sorunlar yaşamaya başlıyoruz. Örneğin kışın av mevsimi başlıyor; bir yıl ya hamsi çok oluyor ya da palamut… İki-üç yılda bir balık bolluğu yaşanıyor. Bundan dolayı bir talep azlığı yaşıyoruz ve bizim pazar düşüyor. Üretimimizin az olduğu dönemlerde bu sıkıntıları yaşamıyorduk. Üretimimiz arttıkça; pazarlama sıkıntılarımız ortaya çıkmaya başladı. Diğer üretim çiftlikleri de gün geçtikçe kapasitelerini arttırdığı için zorunlu olarak pazar sıkıntıları meydana geliyor. Yurt dışından balık istekleri azalınca, üretilen balıklar iç pazara sunuluyor doğal olarak. Tüm bunlar bizim için bir sıkıntı oluşturuyor.

Pazar sorununu aşmak için ne yapıyorsunuz?


Bizim üretim maliyetleri yüksek olduğundan satış fiyatlarımız da diğer balıklara göre yüksek oluyor. Biz de bu sefer balıklarımızı satabilmek için fiyatlarımızı düşürüyor, onlarla rekabete giriyoruz. Tek seçenek, kurumlaşabilmemiz. Kurumlaşırsak pazarlama sorunlarını yaşamayacağımıza inanıyoruz.

Kurumlaşmanız ne anlama geliyor?


Süt Birliği, Damızlık Birlikleri gibi iktisadi kuruluşlar oluşturduğumuzda, kazanımlarımız olacağını gördük. Bu konuda çalışmalarımız var. Kendi balığımızı işlemek ve tek elden pazarlamak gibi… İhracatımız hiç yok. Biz yurt dışına yönelmek istiyoruz. İktisadi bir kurum olmadığımız için ihracatçı belgesi alamadık.

Pazarlamada yaşadığınız sıkıntılar neler?


Örneğin sattığımız malın parasını alamıyoruz. Örneğin ben 3 defa böyle bir durum yaşadım. Bunlar büyük rakamlar. Birçok arkadaşımız böyle durumlarla karşı karşıya geldi. Bunlara bir türlü önlem alamadık. Bir yıl boyunca malı veriyorsunuz; çekler geri dönmüyor. Bu müşteriye güveniyorsunuz. Daha sonra büyük miktarlarda mal veriyorsunuz ve çekler ödenmiyor. Bu sefer güvenin bedeli bize ağıra patlıyor. Bunu bilinçli yapanlar da var. Önce güven veriyorlar sonra da yüklü miktarlarda mal çekerek çekleri karşılıksız çıkanlar var. Bu şekilde 100 ile 600 bin lira arasında alacağı olan üreticilerimiz var…
Pazarlamada yaşanılan bu sorunları önlemek için ne gibi çabanız var?
Bunu tamamen önlemek mümkün değil ama en aza indirgeme konusunda çalışmalarımız var. Bu konuda arkadaşlarımızı uyarıyoruz. Ödemeler aksamaya başladığında, arkadaşlarımızın dikkatini çekiyoruz. Uyarı bazen yetmiyor. Bunu kesin önlemek için araştırma içindeyiz.

Birliğinize nasıl bir ticari kimlik kazandırmak istiyorsunuz, bu konuda neler yapacaksınız?


Üretilen bir balık var, değerli bir balık… Bunun her kesime ulaştırılmasını istiyoruz. Önce paketleme, işleme tesisimizi yapmak; ondan sonra yerine göre stoklayabilmek, bunun için soğuk hava tesisimizin olması gerekiyor. Tek elden pazarlama yapabilmek… Zorda olan üreticimize nasıl yararlı olabiliriz? Bunları yapabilmemiz için bir ticari kimlik gerekiyor. İktisadi İşletme kurabilirsek, önce kendi tesislerimiz oluşturmak, daha sonra da birçok Hal’de yer edinmek ve buraya doğrudan kendi balığımızı göndermek istiyoruz. Pilot bölgelerde satış noktaları kurmak, yurt dışından çok talep var. Gitmiş olduğumuz yurt dışı fuarlarda, toprak havuz balığı talep edenler çoğunlukta. Almanya’dan istek çok. Dubai’den, Belçika’dan, Norveç’ten toprak havuz balıkları istiyorlar. Gittiğimiz fuarlarda, biz balıklarımızı çok iyi tanıtıyoruz. Biz böyle organik balıkları yemek istiyoruz diyorlar. Görsel çekimlerle yurt dışı fuarlarında balıklarımızın, yetişme ortamlarını tanıttık. Ürettiğimiz balığın yarısını yut dışına verdiğimizde, bizim pazar sorunumuz hiç kalmayacak. İktisadi işletme olduğumuzda; teminatlı ve garantili firmalarla çalışma imkânı doğacak ve bu şekilde risklerimiz de azalacak. Para kaybetmek istemiyoruz artık. 8-10 yıl içinde sektör, 4-5 Trilyon dolandırılmış durumda.

Üyeleriniz İktisadi Kuruluş olmaya ne diyor?


Onların en büyük isteği, hem fiyat istikrarsızlığının sona ermesi hem de pazarlamanın en iyi şekilde yapılması. Daha değişik projeler de istiyorlar. Balık hastalıklarıyla ilgili çalışma yapılmasını istiyorlar. Laboratuar kurulsun. Yem incelensin. Yemin içindeki katkı maddeleri, gerçekten yazıldığı gibi mi, bu araştırılsın istiyorlar. Tüm bunların yerine getirilmesi çok büyük maliyetler. Üyelerimiz çok yönlü düşünüyorlar… Biz kurulduğumuz günden bu yana bunları yapamadık. Yapamayışımızın nedeniyse; bugüne kadar mevzuatlarla, bürokratlarla uğraştık. Kendimizi, tarla balıkçılığını anlatmaya, engelleri aşmaya çalıştık. Toprak havuz; ne denize benziyor ne de akarsuya… Farklı bir alandı, yeni bir sektördü. Kendimizi anlatmamız, kabul ettirebilmemiz zaman aldı… Devlet, siz toprak havuzlarda balık üretemezsiniz dedi. Bunun olabilirliğini anlatmamız çok zor oldu. Devlet şu anda bizim önerilerimize kulak veriyor, çalışmalarımızı destekliyor ama çok zaman kaybettik. Bu çalışmalarımız sonucunda tarla balığının pazarda ve sofralarda hak ettiği yeri almasını sağladık. Bundan sonra da bu tür niteliksel çalışmaların içinde olacağız.
Tarla balığının coğrafi işaretlemesini yaptırdınız mı?
Henüz yaptıramadık. Başka işlerle uğraşmaktan ona vakit bulamadık. Toprak havuz balığı olarak kendi markamızı yaratamadık. Toprak havuz damgası vuramadım hiçbir balığımıza. Birliğimin ismini Toprak Havuz Birliği bile koyamadım. Bunları gerçekleştirdiğimiz zaman birçok şey daha kolay olacak gibi geliyor… Profesyonel yöneticilerle çalışacağız. Markalaşarak, tarla balığında bir kalite ve standart yaratmak istiyoruz.

Yurt içi ve dışı fuarlara katıldığınızı söylemiştiniz. Bu fuarlar sizin ufkunuzda nasıl bir değişiklik meydana getiriyor?
Bu fuarlarda çevre ülkeler nasıl balık yetiştiriyor, hangi kalitede balık üretiyor, hangi mevzuatlarla ayakta kalabiliyorlar ve bir de birinci elden ürettikleri balıkları görme şansımız oluyor. Kıyaslama yapma şansımız oluyor. Dünya genelinde, bizden başka toprak havuz üretimi yapan görünmüyor. Bu konuda bir kıyaslama yapma imkânımız olmuyor. Bu fuarlarda gördüğümüz şu; insanlar çok sağlıklı beslendiğine inanmak istiyor. Tükettiği balığın çok sağlıklı ve organik olmasını istiyor. Kaliteli üretim yaptığın zaman; pazarlarda bir adım önde oluyorsun. Fuarlarda balığın yetiştirilmesiyle ilgili yeni ekipmanları, araç-gereci görüyorsunuz. Hangi ekipmanlardan yararlanabiliriz, hangi ekipman bizim için daha doğru seçim; bunları görebiliyoruz. Bunları yerinde test etme şansımız oluyor. Fuarda tüketici neyi istiyor; onu da tespit etme durumu oluyor. Fuarlar, insanın ufkunu çok geliştiriyor. Bunu yaşayarak görebiliyoruz. Her türlü fuara katılarak hem ürettiğimiz malın kalitesini anlatıyoruz hem de yeni bilgilerle donatıyoruz kendimizi.

Toprak havuzda balık üreticileri olarak devletten beklentileriniz nelerdir?


Sunacağımız her projenin en çabuk şekilde lehimize sonuçlandırılmasını istiyoruz. Bizim projelerimiz hem üretimi arttıran hem de tüketiciye ürünlerimizi en sağlıklı şekilde sunma amaçlı oluyor. Örneğin kırsal kalkınmada ekonomik yatırımlar bölümünde makine ekipmanları bölümündeki, projelerin kabul edilmesi. Örneğin enerji konusuyla ilgili Birliğimize destek verilmesi. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapmamızın sağlanması. Bu projeler konusunda desteklerin sağlanması, bu yatırımların önündeki zorlukların, bürokratik engellerin kaldırılması. Kendi enerjimizi kendimiz üretelim, kendi paketleme tesislerimizi kuralım. Bunlar, devletin destekleme programları içinde var ama işletilmiyor. Bu desteklere işlerlik kazandırılmasını istiyoruz. Bizimle ilgili bir karar verileceği zaman bize danışılmasını istiyoruz. En doğrusu, bu. Bir karar verileceği zaman, bu işin pratiğini yapanlardan, sahada olan insanlardan, uygulayıcılardan görüş alınmasında yarar var. Eksik ve uygulanabilirliği olmayan bir kararın düzeltilmesi zaman alıyor ve üreticiler olarak bundan çok büyük zarar görüyoruz. Primlerin kilogram üzerinden değil de ürün desteği olarak verilmesini istiyoruz. Örneğin sigorta konusunda verdiği destek gibi yem desteği, enerji desteği olabilir… Nakit para desteğinden daha çok ürün desteği olursa; destekleme politikaları tam yerine oturmuş olur. Para desteği istemiyoruz. Ürün desteği bizim için daha önemli.

Ürünlerinizin sigortalanmasıyla ilgili durum nedir? Sizler hangi sigorta kapsamındasınız?


Bizler tarım sigortası kapsamındayız. Bizim sigorta yaptırdığımız kuruluş TARSİM. Tarsim, tarımsal üretimlerin sigortası anlamına geliyor. Bizim için devlet destekli su ürünleri hayat sigortası uygulaması. Daha bu kapsam içine alınmayan üretimler var. Tarımsal üretimdeki risklerin sigorta şirketleri tarafından kabul edilmesi gerekiyor. Biz 2007 yılında kurulduk ve uzun uğraşlardan sonra bu sene(2013) daha yeni olabildik. Tarsim bizim için ne yapacak? Balığımızın, yetiştiricinin kontrolü dışında, her türlü doğal afete karşı, kazalara karşı, oksijen üreten makinelerin durması ve balık ölümlerinin yaşanmasına karşı balıklarımızı sigortalıyor. Bazen alg patlaması oluyor, bu da bizim için bir risk durumu.

Alg patlaması nedir?


Alg, gözle görülemeyen, balığın canlı yem olarak kullandığı bir oluşum meydana geliyor havuz içinde. Tek hücreli canlı bunlar. Aşırı derecede çoğaldıkları zaman, aslında insan sağlığı üzerinde hiçbir zararları yok, bunlar havuz içindeki oksijen miktarını 16’lara çıkarıyor. Bizde havuz içindeki oksijen değerinin 9-10’dan yukarı çıkmaması gerekiyor. Bu alg patlamaları ile oksijen miktarı birden 16-17’lere çıkıyor. Oksijen yakıcıdır. Oksijen yükselmesi; kulağını yakar, balığa zarar verir. Balık bundan bir şekilde zarar görür. Yemleme de çok önemli. Yemleme yapan çalışanın, diyelim ki o andaki psikolojik durumu iyi değil, morali bozuk, yavaş yavaş yemleme yerine, birden çuvalı boşaltırsa, böyle bir durumda, o yemi balık alamayacağı için, yem kendi kendini imha etmek zorundadır. Dolayısıyla burada o yemin tüketilmesi için bir alg patlaması meydana gelir. Bu algler, o yemin havuz içinde bir an önce yok olup gitmesi için oluşur. Güneş ışığını aldığı zaman bu algler çok hızlı çoğalıyor. Örneğin havuz içinde 5 milyar alg varsa, bunlar, gün ışığını gördüğü anda hemen 150 milyar olabiliyorlar. Üremeleri çok hızlı bunların. Dolayısıyla yanlış yemlemeden kaynaklanan alg patlamaları da meydana gelebiliyor. Bu durumda havuzun suyu birden kahverengi olur. O kahverengilik de oksijen üretiyor. Algin görevi güneş ışığı ile oksijen üretmek, güneş battığında havuzun içindeki oksijeni tüketmek. Gündüz 16’ya çıkarıyorsa, akşam da 3’e düşürüyor. Balık bu kadar ani oksijen alçalma ve yükselmelerine dayanamıyor ve ölüyor. Bunun çaresi de havuza bol su vererek bu algli suyu çökeltmek. Su kahverengiye dönüştüğü anda mutlaka bir alg patlaması durumu vardır. İyi bir gözlemciyseniz bunu hemen fark edersiniz. Suyun renginden hemen anlaşılır bu durum. Renk değişimini güvenlik kameralarından dahi anlaşılabilir. Bir-iki gün yemlemeyi azalttığınız zaman hemen normale döner.

Tarsim sigortası zorunlu mu?


Kredi kullananlar için Tarsim sigortası zorunlu. Devlet bazı konularda sizi sübvanse ediyor. Bunların faizleri çok düşük. Bu kredilerde faizin yarısını devlet ödüyor bizim adımıza. Ziraat Bankasından % 0.5’den faizli kredi alıyorsunuz, diğer bankalardan % 20’den alıyorsunuz. Devletin tek sübvanse ettiği yer krediler; faizin yarısını ödüyor. Her tarımsal ürün üreten kişiler ürünlerini Tarsim kapsamında sigortalatmalı. Bu çok önemli. Tarsim’de de bir devlet desteği var. Çıkan primin % 50’sini devlet ödüyor. Örneğin benim işletmeme 10 bin lira prim tahakkuk etmişse, bunun 5 bin lirasını devlet ödüyor. Ben 5 bin lirayı da 4-5 taksitte ödüyorum. Bu ürün bazında desteğe giriyor. Biz de zaten devletin su, elektrik gibi konularda ürün desteği yapmasını savunuyoruz. Arabamızı, evimizi sigorta yaptırıyoruz; binlerce lira harcama yaptığımız işletmelerimizin sigorta kapsamı dışında kalması çok üzücü. Bu konuda bazı üyelerimiz, elektrik kesilmesiyle, alg patlamasıyla, hastalıkla çok sıkıntı çekti, balıkları öldü. Kimi bıraktı, kimi devretti. Eğer sigortalı olmuş olsalardı, ayakta kalırlardı diye düşünüyorum. Bu durumda senin tüm zararını karşılamıyor, bunun belli oranları var ama sigortanın sana verdiği ile işe yeniden başlama imkânın var. Herkes ne zaman benim başıma ne gelebilir diye düşünmeli ve üretici mutlaka ürününü sigorta ettirmeli.
TARSİM, tarım sigortası siz balık üreticilerinin zararlarını karşılıyor mu?
Münferit olaylar olmadığı sürece ödüyor. Burada inandırıcılık çok önemli. Bu işte üreticilerle eksperlerin çok önemi var. Ne eksper tarım sigortasını yanıltmalı ne de üretici eksperi yanıltmalı. Burada bir çarpık ilişki olduğu sürece sigortanın ayakta kalması zor. Burada bir havuz var ve bu havuzun altı delinirse, buradan hiçbir üretici pay alamaz. Herkes doğru bilgi ve değerlendirmelerle; havuzun içinde olursa, bu sistem varlığını devam ettirecektir. Günü ve anı kurtarmak için yanlış bilgilerle TARSİM’i yanıltmamak gerekir. TARSİM’i yanıltanlar için 5 yıl tüm desteklerden mahrum edilme cezası bulunuyor. 300-500 liralık kazanç için böyle bir riske girmemek lazım. Sigortalı olurken, ben niçin sigortalandım diye düşünmek gerekiyor. Sigortada konular ana başlıklar altında belirlenmiş. Kazalar, diyor. Ne tür kazalar, ucu açık. Prodetör demiş yani oksijen makineleri. Prodetör ne olursa sigorta ödeme yapıyor. Bu net değil. Ben bu prodetörün 6 aylık, yıllık bakımlarını belgelemişsem, servis herhangi bir hata yoktur diye rapor düzenlemişse; prodetörün(oksijen makinesi) durmasıyla ben sigortadan paramı alabiliyorum. Üretici tarım sigortası yaptırmış ama herhangi bir üretim kaybı öncesindeki belgelendirme işlemleri yapmadığından, yaptırmadığından bundan yararlanamıyor.

O zaman sigorta yaptıran üreticinin ne yapması gerekiyor?


Prodetörün periyodik kontrollerini yaptıracak, bunu kaydedecek ve sigorta şirketine götürüp onaylatacak. Jeneratör arıza yapmış, elektrik kesilmesinden ve oksijensizlikten balıklar ölüyor. Senin burada sigorta şirketinden para alabilmen için arıza öncesi servis ve bakım hizmetlerini belgelendirmen gerekiyor. Eksper geliyor, jeneratör çalışmıyor; hani bakım kartları, yok, bir hak iddia edemiyorsun. Sigortadan para alamıyorsun.
Bu konuda başka ne gibi işlerin yapılması gerekiyor, üretici açısından…
Değer tutmak mesela.

Nedir o?


Havuzların günlük sıcaklık değerleri. Ph değeri, oksijen değeri ve kirlilik oranı. Hangi havuza ne kadar kg yem uygulandı, hangi gram ne kadar balık olduğu… Bu değerlerin günlük olarak yazılması gerekiyor. Bunları tutmak zorundayız.

Bunların ne yararı var?


Diyelim ki havuzunda oksijen bitti, balık öldü. Sen diyorsun ki sigortaya, öde benim zararımı. TARSİM, eğer sen günlük 6 ile 8 arasında olması gereken oksijen değerlerini tespit edip sigorta şirketine bildirmemişsen; senin talebini kabul etmiyor. Üretici bunu bilmiyor. Değer tespitlerini yapmadan, bunu belgelemeden; zararının karşılanamayacağını bilmiyor. Bu değer tespitlerini de her ay, TARSİM’in hangi acentesine sigorta yaptırdıysan oraya götürüp onaylatman lazım. Üreticimiz bu konuda yeterli bilgi sahibi değil; bilgilendiriyoruz ama ihmalci davranıyorlar, önemsemiyorlar… Sonra zararını kendileri çekiyor. Senin acenteye verdiğin değerlerin doğruluğunu araştırmak için eksperini gönderiyor sigorta… Değerlerin doğru olup-olmadığı yerinde araştırılıyor. Sen beyan vermediğin zaman eksper gelmez.
Toprak havuz balıkları doğal ve hijyen ortamlarda yetiştirilmektedir. Bu balıkları derin deniz balıklarından ayırmak mümkün değildir. Hatta bazı balıkçılar, bizim balıkları derin deniz balığı olarak satmaktadırlar. Balıklarımız çok lezzetlidir. Damak zevkine uygundur. Herkes gönül rahatlığı ile balıklarımızı tüketebilir.