Aksaray Şehir Tarihi

M.Ö. 7000-6000 yıllarında Neolitik devirde Anadolu medeniyetinin ilk izlerini gördüğümüz Konya yakınlarındaki Çatal höyükte Hasandağı’na dolayısıyla Aksaray’a ait vesikalara rastlanmaktadır. Burada Hasandağının lav püskürttüğünü tasvir eden bir kazıntı resme rastlanmıştır. Neolitik dönemde Aksaray ve çevresi iskân görmüştür. Kalkolitik ve eski demir devirlerinde iskan olup olmadığı bilinmemekle birlikte çevre köylerde (Böget ve Koçaş) bu döneme ait seramiklere rastlanıştır.
M.Ö. 3000-2000 yıllarında Anadolu’da Hatti kavmi yaşamıştır. Bu dönemde Asurlu Tacirler burada ticaret yapmışlardır. Aksaray’ın ilk ve Orta Tunç devirlerindeki durumunu Acemhöyük ören yerlerindeki yapılan kazılardan ve müze müdürlüğünün satın almış olduğu eski eserlerden öğrenmekteyiz. Bu dönemde Asurlu tüccarlar Mezopotamya’dan gelerek şehirlerin banliyölerinde ticaret merkezi kurmaya başlamışlardır. Asurlu tüccarlar yazıyı biliyorlardı. Pişirilmiş çamur üzerine yazılmış metinler, çamurun pekiştirilmesi suretiyle yapıştırılıyordu. Höyük. M.Ö. 3000’den itibaren iskan edilmiştir. Acemhöyük’ ün en parlak devirleri M.Ö.2000 yılının ilk yarısına isabet etmiştir.
Koloni dönemlerinin sonlarına doğru, M.Ö. 1700 yıllarında Kafkaslardan gelen, küçük şehir devletleri kuran ve Anadolu’da, askeri bir devlet halinde bir kavmin varlığını görüyoruz. Hint-Avrupalı olan bu kavmin Anadolu’da siyasi iktidarı ele geçirerek kurduğu devlet, eski Hitit Devletidir. Aksaray’da Hititlere ait eserler bulunmamakla beraber mağlup memleketler arasında Aksaray’ın da adı geçmektedir.
Orta Anadolu’da MÖ.13.yy. sonlarına kadar devam eden Hitit egemenliği M.Ö. 2.yy.da batıdan (Trakya) gelen ve deniz kavimleri olarak bilinen kavimlerin en güçlüsüdür.
Yanardağ küllerinin sıkışmasından oluşan tüf tabakalarının çok kolay kazılabilme özelliği nedeniyle bölgemize çok sayıda yeraltı şehri, dik yamaçlara kaya içinde yerleşme birimleri yapılmıştır. 7.yy. sonlarından itibaren Müslüman Arapların Anadolu üzerinden İstanbul’a yaptıkları seferler nedeni ile bölgeye sığınan Hıristiyanların sayısı çok artmış, Ihlara, Gelveri ve Göreme gibi yerleşim birimleri oluşmuştur.
Aksaray, 1142 tarihinde Selçuklular tarafından zapt edilmiş ve 1470 yıllarındaki Osmanlı hâkimiyetine kadar İlhanlı, Danişmentli, Karamanoğulları egemenliğinde kalmıştır.1470 yıllarında Aksaray’ı ele geçiren İshak Paşa tarafından, Fatih Sultan Mehmet’in emri ile halkın bir bölümü İstanbul’a nakledilmiştir.
Aksaray geçmişten günümüze Hitit, Pers, Hellenistik Dönem (Büyük İskender), Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı egemenliklerinde kalmıştır. Cumhuriyet dönemine kadar Konya’ya bağlı bir sancak olan Aksaray 1920 yılında vilayet olmuş, 1933 yılında vilayetliği lağvedilerek Niğde'ye ilçe olarak bağlanmış ve 15 Haziran 1989 yılında yeniden Vilayet olmuştur.
Aksaray’ın adının ilk olarak eski Hitit metinlerinde geçen “Nenessa (Nenossos) olduğu sanılmaktadır. M.Ö. 1. bin yılda Kral Kiakki döneminde Şinakhatum - Şinukhtu olarak anılan Aksaray, Hellenistik dönemde Kapadokya Krallığına bağlanmış ve Garsaura olan ismi Arkhelais olmuştur. Selçuklular döneminde de II. Kılıçarslan tarafından Arkhelais olan adı Aksaray olarak değiştirilmiş ve ikinci başkent durumuna gelmiştir. Şehre kötü insanların alınmamasından dolayı iyi insanların yaşadığı yer anlamına gelen "Şehr-i Süleha" olarak anılmaktadır.
a. Eski Taş Devri
Aksaray çevresinde insanlar büyük bir ihtimalle Paleolitik (Yontma Taş/Eski Taş Çağı) Çağ’dan itibaren yaşamışlardır. Paleolitik Çağ’da (M.Ö 600.000-10.000) insanların Aksaray’da yaşadığını gösteren en önemli belirti ise Güzelyurt çevresinde toplanan “Mousterıen” ve “Aurignacien” karakterde yontma taştan obsidien aletlerin bulunmasıdır. Aksaray’a yakın yerlerde de bu döneme ait izler bulunmaktadır. Mesela Ş.Koçhisar’ın kuzeydoğusunda Tuz Gölü yakınında yine Alt Paleolitiğe ait olduğu düşünülen eski alet ve silahlara (kazıyıcı aletler) rastlanmıştır.
b. Neolitik, Kalkolitik ve Tunç Çağı
Aksaray, Neolitik Çağ (Cilalı taş)’dan beri yerleşim görmüş nadir şehirlerimizden biridir. Bundan dolayı da Aksaray tarihi Neolitik Çağ’dan itibaren başlamaktadır. Neolitik Çağ’da Aşıklıhöyük’te (Kızılkaya Köyü) insanların ilk yerleşim alanlarını kurduğunu görüyoruz. Aşıklı Höyük, avcı-toplayıcı gelenekli ve fakat yerleşik ve tarımcı bir topluluğun yaşadığı bir yerleşim alanıdır. Aşıklı Höyük M.Ö.8500’lerden 7000’lere kadar ki yaşam biçiminin, dolayısıyla Orta Anadolu’nun çanak çömleksiz Neolitik Çağı’nın kültürel gelişiminin ayrıntılarıyla izlendiği bir yerdir. Aşıklı Höyük’ten başka Aksaray’da çok sayıda çanak–çömleksiz veya çanak-çömlekli Neolitik yerleşim yerleri vardır. Özellikle bakır madeninin alet ve silah gibi araç ve gereç yapımında gittikçe çoğalan oranda kullanıldığı Kalkolitik dönemine (M.Ö.5900-3200) ait Aksaray’daki en önemli yerleşim alanı ise Güvercin Kayası’dır. Bu döneme ait bir başka yerleşme alanı da Güzelyurt/Gelveri Yüksek Kilise’dir. Tunç Çağı’nda ise Aksaray çevresindeki en önemli yerleşim alanı Pruşhattum diye lokalize edilen Acemhöyük olup, buradaki yerleşimin de M.Ö 3000 yılından itibaren başladığı bilinmektedir.
c. Asur Kolonileri Çağı
M.Ö 2000’li yılların başlarında Anadolu’ya yayılan Asurlular, Anadolu’da ticaret kolonileri kurmuşlardı. Anadolu’ya gelen Asurlu tüccarlarda bir politik egemenliğinin ve kolonizasyonun söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır. Asurlu tüccarlar Anadolu’ya ticari amaçlarla gelmişlerdi. Bu dönemde krallara bağlı şehirler tepeler üzerinde ve kaleler içinde kuruluyordu. Asurlu kolonistler ise bu şehirlerin eteğinde bir nevi serbest pazar yeri Karum veya Wabartumları (istasyon, misafir evi) kuruyorlardı. Karum (Pazar yeri) merkezlerindeki idare yıllık ve beş günden oluşan haftalık vazifelendirilen hizmetlilerle yürütülmekteydi. Yerel Anadolu prens ve krallarının Asurlu tüccarların can ve mal emniyetini koruma yükümlülüğü vardı. Ayrıca kervan yollarında soygunlar sonucu doğan kayıpları da garantiye almışlardı. Asurlu tüccarlar, idari ve hukuki yönden Asur Krallık yönetimine bağlıydılar. Tacirlerin geliş yolları üzerindeki beylere %10 yol vergisi, Anadolu krallarına sattıkları mal üzerinde %5 vergi verdikleri anlaşılmaktadır. Asurlu tüccarlar ucuz hammadde, işlenmemiş madde, gümüş bazen altın, kereste, post-deri, tahıl alıyor; kalay ve dokuma, ayna, tarak gibi süs eşyaları satıyorlardı. Asurluların Ticaret Kolonileri döneminde kurdukları “Karum” denilen pazar yerlerinden biri olan Pruşhatum Şehri’nin Acemhöyük’te olduğu düşünülmektedir.
Asurlular çivi yazısı dâhil kendi kültürlerinden birçoğunu da Anadolu’ya taşımış ve Anadolu kültürünü etkilemişlerdir. Kendi hesaplarına ayna, tarak gibi süs eşyasını, zamanın modasına uygun çeşitli kumaşları ve kalaya kadar Anadolu’dan talep edilen malları Anadolu’ya getiriyor; bu mallara karşılık Asurlu tüccarlar, Anadolu halkının istihsal ettiği veya imal ettiği kıymetli taşları, madenleri bilhassa altın, gümüş ve bakırı Asur’a taşıyorlardı.
ç. Hititler
M.Ö 1900-1800 yılları veya 1900-1750 yılları arasını kapsadığı belirtilen Asur Koloniler Çağı’ndan sonra Aksaray bölgesinde Hitit egemenliği başlamıştır (M.Ö.1750-1200). Hititler, koloniler devrinin sonlarına doğru Anadolu’da merkezi bir devlet kurmuşlardır. Bunların Anadolu’da idareleri altına aldıkları şehirlerden biri de Pruşhattum’dur (Yeşilova). Hitit yazılı belgelerinden Aksaray’a; Eski Asur döneminde (MÖ.-2112) Şinakhuttum (Şinuktu) denildiği bir soru işaretiyle belirtilmektedir. II. Sargon zamanında buranın ismi Şinuhtu olarak geçmektedir. Hititlerle ilgili yazılı bir vesikada ise Aksaray adının Kurşaura (Kursaura) olarak geçtiği ifade edilmektedir. Bu ifadeyi teyit eden W.Ramsay’ın kaynak gösterildiği başka bir ifadeye göre de Antik dönemde Garsaura adıyla tanınan şehrin M.Ö.3000 yıllarında önemli Hitit merkezlerinden Karşaura (Karsaura/Kurşaura) ile aynı yer olduğu kabul edilmektedir. Hititler dönemine ait Aksaray çevresindeki Sungurlu, Çeltek, Ersele, Tepesidelik gibi birçok höyükte Hitit dönemine ait malzemeler bulunmuştur.
d. Geç Hititler
Hitit Devleti yıkıldıktan sonra Orta ve Güneydoğu Anadolu’da Geç Hititler (M.Ö.1200-700) ortaya çıkmıştır. Geç Hititler’in egemen olduğu sahalardan biri de Aksaray ve çevresidir. Bu döneme ait Aksaray ve çevresinde birçok yerleşim alanı olduğu muhakkaktır. Bunu bu döneme ait kitabelerden de anlamaktayız.
Bu kitabelerden biri Aksaray’da Gücünkaya Köyü’nde Kral Hartapuş’a ait Siyek Kitabesi’dir. Aksaray-Konya bağlantısı düşünüldüğünde burada adı geçen Hartapuş’un Geç Hitit dönemi Konya-Karaman yöresi hâkimi olan Kral Hartapuş ile ilgisinin olduğu muhakkaktır. Hititlerden kalan en önemli buluntulardan bir diğeri de bazalt taşı üzerindeki Hitit Hiyeroglifli Kitabeli Stel’dir.
e. Phryg (Frig) Egemenliği
M.Ö.8. yy.’ın 2. yarısında merkezi bir hükümet kurmayı başaran Phryglerin kralları Midas devrindeveya diğer bir ifade ile Phryg Devleti’nin güçlü olduğu dönemde Aksaray çevresinin bu devletin etki alanında olduğu, Şinuhtu Şehri (Aksaray) Kralı ile Tabal Kralı’nın Asur’a karşı faaliyetlerinde Frigler tarafından
desteklendiği, açıkça görülmektedir. Ayrıca Göllü Dağ’daki bazı eserlerde Frig tarzının görülmesi ve Frigce’nin kullanıldığına ait belgelerin ele geçmesi yukarıdaki ifadeleri teyit etmektedir. Aksaray’da Ihlara, Belisırma ve Yaprakhisar’daki eski mağaraların çoğu Frigler’in (Phryglerin) Ana Tanrıçaları için oyulmuş ve yapılmıştır.
f. Kimmer İstilası
Aksaray toprakları üzerinde Phryglerden sonra Kimmerler’in istilasını görüyoruz. (M.Ö 7.yy). Kimmer istilasından en çok etkilenen yer, Aksaray’ın da içinde yer aldığı Orta Anadolu’dur. Tabal’ın, Kimmerler tarafından ortadan kaldırıldığı ve Phryglerin de bu istila sırasında yıkıldığına göre Kimmerler’in Aksaray’ın
da içinde bulunduğu Orta Anadolu’ya geçici bir süre hâkim oldukları anlaşılmaktadır.
g. Lidya Egemenliği
Kimmer istilası sırasında yıkılan Frig Devleti’nin yerine daha önce bunların egemenliğinde yaşayan Lidyalılar devlet kurarak Orta Anadolu’ya, dolayısıyla Aksaray’a da egemen olmuşlardır. Med Kralı Kyaksares ile Lidya Kralı Alyattes arasındaki savaş sonunda Kızılırmak, Medler ile Lidyalılar arasında sınır kabul edilmişti. Kızılırmak’ın batısında olan Aksaray, Lidya sınırları içerisinde kalmıştır.
ğ. Pers Egemenliği
Kapadokya Kralı’nın da desteklediği Persler ile Lidyalılar arasındaki savaşların sonunda Pers Kralı Kyros M.Ö. 547’de Lidyalıların başkenti Sardes’i ele geçirdi. Böylece Lidya Devleti sona erdi ve Aksaray bölgesi de Pers İmparatorluğu’nun hâkimiyetine geçti. Pers İmparatorluğu, araziyi satraplıklara (vilayetlere) ayırdı. Aksaray’ın da içinde bulunduğu satraplığın adı Kappadokia Satraplığı’dır. Hemen hemen tüm Orta Anadolu bu satraplığa bağlı idi. Dara (Dareios), Kapadokya’yı Büyük Kappadokia ve Pont Kappadokia’sı olmak üzere ikiye ayırmıştı. Zamanla bunlar tekrar birleştirildi. Persler idareleri altında bulunan Kapadokya’ya da yerleşmişlerdir. Bunun birinci sebebi; buradaki platonun İran’daki gibi karasal iklimi ve uçsuz bucaksız otlaklar ile Zerdüşlük ve ateş kültü biçimindeki dinsel inançlardan kaynaklanıyordu. Sard ile Sus’a uzanan ve I.Darius devrinden başlayarak kullanılan ve bir kısmı Archelais (Aksaray) topraklarından da geçen ünlü “Kral Yolu” Perslerin zamanında gelişmiş önemli bir ticari yol olmuştur.
Kappadokia sözcüğüne tarihte ilk defa M.Ö. VII. yüzyılda İran’da Kermanşah’la Hamedan arasındaki yol üzerinde bulunan Bisütun (Behistan) Dağı’nın kayalık yüzeyine 1.Dareios (M.Ö.521-486) tarafından yaptırılmış olan kabartmaları açıklayan yazıtta rastlanmıştır. I.Dareios/Darius (Pers Kralı) bisütun yazıtında egemenliğine aldığı kavim ve ülkeleri zaferlerinin kanıtı olarak Persçe (Farsça), Elamca ve Akadca üç ayrı dilde çivi yazısıyla belgeletmiştir. Bisütun anıtında sıralanan ülkeler arasında Persçe, Katpatuka sözcüğü yer almaktadır. Kızılırmak’a doğudan katılan Delice Çayı’nın Kapadoks adını taşıdığını, bunun İran dilinde Katpatuka biçiminde anıldığı ifade edilirken, Anadolu’da konuşulan Hint-Avrupa dillerinden biri olan Luvice’ye bağlayanlar da vardır. Kapadokya sözcüğünün büyük bir olasılıkla “güzel atlar ülkesi” anlamına geldiği belirtilmekte ise de, bunun açıklaması yapılamamaktadır.
h. Kappadokia (Kapadokya’da) Makedon Egemenliği
Kappadokia’daki Pers idaresi, Makedon Kralı İskender’in Pers Kralı Darius’u, İssos ve Gavgamele muharebelerinde yenmesiyle son bulmuştur. Makedonya Kralı İskender, Pers Kralı Darius Kodaman’la çarpışmak için hızla Toros geçidine inerken, generallerinden Sabiktas’ı, Kappadokia‘yı itaat altına almak için gönderdi. Fakat Makedonya ordusu Asya içlerine dalınca Kapadokia’da I.Ariarathes, Pers Savaşı karışıklığından istifade ederek Sebiktas’a karşı isyan etti ve istiklalini ilan etti. Başkenti Gaziura (Turhal) idi (M.Ö.332). Ancak bu krallık 10 yıl yaşadı. Daha sonra Kapadokya idaresi, yine Makedonların eline geçti.
ı. Kapadokya Krallığı
Kapadokya’nın daha sonra Selevkosların idaresine girdiğini görüyoruz. Zira Kappadokia’nın Selevkos Kralı Antigon’a bağlı olduğu sırada (MÖ.303) diğer Diyadoklar tarafından Antigon’a karşı bir ittifakın kurulmasından istifade eden 2. Ariarathes, Kapadokya isyanını çıkarmıştır. Antigon’a karşı isyan hareketini
başlatan bir başkası da Kuzey Kapadokya’daki Mitridat Ktistes idi. Antigon isyanı bastırmak için ordu gönderdiyse de yenildi. 2.Ariarathes ve Mitridat Ktistes aralarında burayı bölüşüp (MÖ 301) kuzey ve güney olmak üzere ikiye ayırdılar. Kuzeydekine Pont Kapadokyası, güneydekine ise yalnız Kappadokia ismi verdiler. 2.Ariarathes Aksaray’ın da içinde bulunduğu bu Kappadokia’nın kralı olmuştur. Bazı bilim adamlarınca gerçek Kapadokya Kralı olarak kabul edilen III. Ararathes’in kral unvanını aldığı M.Ö.255 yılı, Kapadokya Krallığı takviminin başlangıç tarihidir. Bu kralın devrinde krallık tam bağımsızlığa kavuşmuştur.
II. Arirathes devrinde meydana gelen Magnesia (Manisa) Muharebesi’nden (M.Ö.-190) sonra Küçük Asya’da Roma nüfuzu başladı. Kappadokia Krallığı da Roma nüfuzunu kabul etmiş olan Bergama Krallığı’na bağlandı74. IV. Ariarathes (M.Ö.220-163) zamanında Kappadokia Krallığı, Anadolu’nun küçük hükümetleri arasında birinci dereceye yükseldi. Bunun yerine geçen V. Ariarathes, Helenizm ve Helenistlik kurumlarının kendi ülkesinde kök salması için çalışmıştır. Krallığın iki mühim şehri olan Mazaka (Kayseri) ve Tyana (Kilisehisar)’yı Helen sitesi haline soktu. Hatta Mazaka Şehri (Kayseri) Şarondas (Charondas) Kanunları’nı bile kabul etti. Fakat aynı zamanda Kapadokya’ya Yunan Medeniyeti’yle birlikte Yunan ahlaksızlıkları da sokulmakta geç kalmadı.
i. Kapadokya’da Pont –Roma Mücadelesi
V.Ariarathes Bergama Krallığı yüzünden Romalılara karşı çıkan isyanda öldükten sonra Kapadokia’nın nüfuz ve kudreti devam edemedi. Bundan sonra Kapadokya içinde çıkan karışıklıklardan yararlanan Pont Kralı VI. Mithridates Kapadokya’ya girdi. Fakat bunu kabul etmeyen Roma İmparatorluğu da Kapadokya işlerine karışarak buradaki kendisine taraf olan Kralları Pont Kralı’na karşı desteklemeye başladı. Roma’nın etkisiyle eski Pers asilzadelerinden Ariobarzan krallığa getirildi (M.Ö. 95). Pont Kralı Mithridates, Ermeni Kralı Tigrannes (Tigran) ile birleşerek Kapadokya’yı istila ettilerse de Roma karşısında başarılı olamadılar. M.Ö.85’te Dardanos’ta yapılan anlaşmadan sonra Mithridates, Küçük Asya’yı boşalttı. Komutan Sulla, Küçük Asya’da gerekli gördüğü düzenlemeleri yaptı. Bu andan itibaren talihsiz Anadolu halkına yeni bir felaket ve tenkil devri başladı. Kana susamış olan Roma Lejyonları görülmemiş bir vahşetle şehirleri yağma ettiler, memleketleri yakıp yıktılar. Masum halkı esir gibi sattılar.
Mitridates ve müttefiki Tigran ile girişilen mücadeleler sırasında Kappadokia halkı çok perişan olmuştur. Halk, bir taraftan ülkeleri yabancıların yağmasına uğrarken diğer taraftan da kralların Roma’ya yaranmak için istedikleri vergiler altında eziliyorlardı. Son dönem Kappadokia kralları artık kendi başlarına hareket kuvvetini kaybetmişlerdi.
Strabon’un aktarılan ifadesine göre Kapadokya Krallığı her biri belli bir yöreyi kaplayan 10 strategia’ya (bir tür yerel yönetim-valilik) ayrılmıştı. Strabon’un devrinde Aksaray’ın bulunduğu yöre ve bölge ismi Garsauritis’tir. Garsaura olarak adlandırılan Aksaray, Hıristiyanlık öncesinde Garsauritis’in merkezi olarak
bilinmekteydi. Bilge Umar da Strabon’u (12 II 6) kaynak göstererek, Garsuara (Garsaura)’nın il merkezinin Aksaray olduğunu ifade etmektedir.
Kappadokia krallarından Arkhellais (Arkhelaus) Aksaray’ın yerinde ve kendi ismini alan Archellais’i kurdu. Fakat verilen bu bilgiyle ilgili bir belge veya kitabe yoktur. Aksaray’ın Selçuklular tarafından fethinden sonra, eski Garsaura yeni ismi Agsara olarak anılmış, ancak giderek halk ağzında Aksaray (Beyaz Şehir ) olarak değişmiştir.
Kral Arkelaos’un ölümüyle (M.S.17) Kapadokya Krallığı sona erdi. Böylece 1.Ariarathes’in kral olmasından (M.Ö.332), Arkhelaos’un Roma’da ölümüne (M.S.17) kadar geçen 349 senelik Kappadokia Krallığı tarih sahnesinden çekilmiştir. Yılmaz Öztuna ise, Kapadokya Krallığı’yla ilgili olarak başkenti Kayseri olmak üzere 344 yıl kadar hüküm süren bir Yunan Krallığı’nın bulunduğunu ve bunların 255 yıl kadar da Selevkoslar’a tabii olduklarını ifade etmektedir.
j. Kapadokya’da Roma Egemenliği
Son Kappadokia Kralı Arkelaos’un ölümünden sonra Kapadokya Krallığı Roma’ya bağlandı (M.S.17). Roma İmparatoru Claudius (M.S 41-54) tarafından Roma kolonicileri yerleştirilen Archelais’in bundan sonra adı Colonia Archelaıs oldu. Şehir Türkler tarafından alınıncaya kadar “Archelais” ya da “Colonia Archalais” olarak anıldı.
Roma döneminde, Vespasianus zamanında Kapadokya, Galatia ile birleştirildi. Trainaus zamanında (M.S 98-117) Kappadokia Roma ile Parthia arasında bir tampon bölge vazifesini görüyordu. Anadolu, İmparator Severus Alexsander (M.S 222-235) zamanından itibaren Pers tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Roma döneminde birçok defa Perslerin istilasına uğrayan Kapadokya iki defa da Gotların istilasına uğramıştır.
Roma İmparatorluğu devrinde Hz. İsa vasıtasıyla yayılan Hıristiyanlık kısa sürede Filistin topraklarının dışına taşıp Roma İmparatorluğu toprakları üzerinde hızla yayılmaya başladı. Yayıldığı alanlardan birisi de Kappadokia, dolayısıyla Aksaray çevresidir. Hıristiyanlık, misyonerlik çalışmaları neticesinde; 1. yüzyılın
sonuna gelindiğinde devletin üç kıta üzerindeki tüm yerleşim merkezlerinde bir Hıristiyan cemaate rastlamak mümkündü. Roma Devleti mevcut siyasal yapısına zarar vermeyen, insanların ruhi yönlerine hitap eden bu yeni dine karşı ilk zamanlarda ilgisiz kaldıysa da bu din zaman içinde imparatorun ve bunun dayandığı beşeri sistemin otoritesini sarsmaya başlamıştı. Yeni dinin prensipleri devlet kademesinde etkili oluyordu. Bunun üzerine Hıristiyanlık dinine karşı mücadele başladı. Septimus Severus M.S 202 yılında yayınladığı bir fermanla Hıristiyanlığa girmeyi yasakladı. Bu fermanla Hristiyanlık yeraltına indi.
Hıristiyanlığın, 60 yıllarında Kapadokya’da hızlı bir gelişme gösterdiği ifade ediliyorsa da Kappadokia’nın 1. yüzyıl tarihiyle ilgili kesin bilgilerde mevcut değildir. Yalnız ikinci yüzyılın sonlarına doğru ilk Hıristiyan topluluklarının teşkil edildiği biliniyor.
İlk Hıristanlanlar çok eziyet çektiler. Fakat İmparator Kostantin 313’te yayınladığı ‘’Milano Bildirisi’’ile Hıristiyanlara din ve ibadet özgürlüğü tanıdı. Fermanında “Herkes istediği dini kabul ve bu dine göre ayin yapmakta serbesttir. Bu hususlarda herkes hoşuna giden yolu tutabilir.’’ dedi. Devlet, Hıristiyanlığı resmen tanıdığı gibi, Kostantin de Hıristiyanlığı kabul etti.
Hıristiyanlığın gelişip yayıldığı Aksaray çevresinde “Eski” sıfatıyla maruf, Noralı (Helvadereli) Baba Gregor ile “Naziyanzlı” sıfatıyla maruf olan Oğul Gregor gibi Hıristiyan dünyasının ünlü din adamları yetişti.
İmparator Diocletianus (M.S 284-305) devrinde Kappadokia ikiye ayrıldı. Batı kısmı esas Kappadokia olarak adlandırıldı. Daha sonra da Asıl Kappadokia diye adlandırılan bu bölüm İmparator Valens (M.S 364-378) tarafından tekrar ikiye ayrıldı. Kappadokia Prima (Birinci) olanın merkezi Kaisareia (Kayseri), Kappadokia Secunda (İkinci) olanının merkezi ise evvela küçük bir köyden ibaret olan Padandos daha sonra da adı Tyana olan yerdi.
Büyük Theodosius’un Roma topraklarını iki oğlu Arcadius ve Honarius arasında taksim ettiği M.S 395 tarihi, ileride Bizans adını alacak Doğu Roma İmparatorluğu’nun kuruluş tarihi olarak kabul edilir. Böylece Kappadokia’nın eyalet olarak Roma topraklarına katıldığı M.S 17 tarihini esas aldığımızda, Roma merkezinin İstanbul’a taşınma tarihi olan M.S 330 tarihine kadar geçen 313 sene ile M.S.330 senesinden Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılış tarihi olan M.S.395 senesine kadar geçen 65 sene olmak üzere toplam 375 sene Kapadokya bizzat Roma İmparatorluğu’nun idaresi altında kalmıştır.
k. Kapadokya’da Doğu Roma (Bizans) Egemenliği
Bizans İmparatorluğu’nun başlangıcı genellikle 395 yılı olarak kabul edilir. Bizans tarihi; ihtirasların,hiziplerin, suikastların, entrikaların, isyanların, ihtilallerin ve Hıristiyanlık iç çatışmalarının çok yaşandığı bir dönemdir. “Bizans oyunu” diye de dilimize girmiş olan saray içi ve saray dışı entrikalar yüzünden iktidar sık
sık el değiştiriyordu. İmparatorların tahtları ve hayatları tehlike içindeydi. Bir saray muhafız komutanı, bir vali, bir ordu komutanı veya askeri bir şef; hatta basit bir saray memuru bir imparator olarak tahta oturuyor, eski imparator ise en hafifinden gözleri oyularak bir kenara atılıyordu.
Bizans tarihindeki önemli olaylardan biri de ikonoklazm olayıdır. 7.yüzyılda başlayan, Bizans tarihindeki önemli olaylardan biri de İkonoklazm olayıdır. Bu yüzyılda başlayan Arap akınları Hıristiyanlıkta İkonoklazm döneminin (tasvir yasağı) başlamasına neden olmuştur. 9. yüzyıl başlarından itibaren bu dönemde İslam Dini’nin etkisiyle figürlü tasvirler yasaklanmıştır. İkonoklazm, diğer bir ifade ile tasvirlerin kırılışı imparatorluk iktidarının dini tasvirleri yıkmak ve yok etmek için başvurduğu çalışmaları ve tedbirleri ifade eder.
Leon III. tasvirlere ibadet etmeyi men etmekle, ahaliyi sivillere itaati temin için tasvirler kültünü çok kuvvetli bir vasıta olarak kullanan kilisenin kuvvetli tesirinden kurtarmayı ümit ediyordu. Leon III’ün gayesi mutlak hâkim olarak din sahasında birleşik bir millete hükmetmekti. Binaenaleyh imparatorluğun dini hayatını ikonoklast imparatorların politikası tanzim etmiştir. Zaman zaman değişik imparatorlar döneminde tasvirler kültünün yeniden ihya edildiği görülmüştür.
Bölgemizin korunaklı yapısı; tasvir yasağına karşı çıkan din adamlarının sığınma yeri olmuştur. Kayaların içindeki yerleşim yerlerinin çoğu o dönemden kalmadır. İnsanlar baskı ve zulümden buralara sığınmak zorunda kalmışlardı.
Doğu Roma (Bizans) idaresindeyken İsauralılar ve Hunlar, Kapadokya’da büyük tahribat yapmışlardır. Justinyen, M.S. 530 tarihinde İkinci Kapadokya’yı ikiye ayırdı. Makissos’u, Kappadokia Tertia’nın (üçüncü Kapadokya’nın) merkezi yaparak Justinianopolis adını verdi. Eski eserlerde hem Makissos hem de Tyana ikinci Kapadokya’nın Metropolitleri olarak gösterilmiştir. VI. yüzyılda Justinyen devrinde Bizans için doğu siyaseti tekrar önem kazandığı zaman Archelais’in (Aksaray) Kırşehir’e bağlandığı görülür ve nadiren ismi geçer.
Doğu Roma için önemli bir gelişme de Sasanilerin yaptıkları saldırılardı. Doğuda bulunan Sasaniler, I. Hüsrev zamanından itibaren Bizanslılara karşı yaptıkları savaşı kazanarak Ermenistan’ı, Mezopotamya’yı, Suriye’yi, Filistin’i ve Anadolu’yu istila ve işgal ettiler ve başkentin yakınındaki Kalkedonia’ya (İstanbul’daki Kadıköy) kadar vardılar. Tabi bu arada Aksaray ve yöresinin İran saldırı veya işgaline uğradığını söyleyebiliriz. Çünkü bu akınlar sırasında Sasanilerin, Niğde’ye ilk kez 608’de saldırdıkları, 605’te Kaisareia’yı (Kayseri) 1 yıl süreyle ellerinde tuttukları bilinmektedir. Sasanilerin, Aksaray’ın da bulunduğu Anadolu’nun orta ve batı kesimindeki hâkimiyetleri kesin değil, geçici olmuştur. Çünkü Sasanilerin kesin hâkim oldukları saha Fırat ve Toroslar’ın doğusudur. Heraklius, M.S. 627 senesinin yazı içinde İranlılara karşı başlattığı ve 10 yıl süren mücadelenin sonunda önceden kaybedilen bütün eyaletleri yeniden ele geçirdi.
Bizans, Sasanilerle mücadeleyi kazanmış fakat bu sefer de güneyden Arap akınları başlamıştı. Heraklius zamanında hızla ilerleyen Arap orduları Suriye’yi ele geçirmişlerdir. Bizans İmparatoru, Arap tehlikesine karşı Toros geçitlerinin ağzında Tyana, Kibistra (Ereğli) ve bunların arkalarında bulunan Hasandağı ve çevresindeki kaleleri korumak ve savaşları burada kabul etmek için büyük gayret sarf etti. Heraklius kendi adını taşıyan Herakliye Şehri’ni Toros geçidinin altına kurdu. İrili ufaklı bütün kaleleri tahkim etti ve kuvvetli bir askeri teşkilat kurdu. İlk Müslüman Arap ordusu, Mervan oğlu Abdülmelik kumandasında Ereğli askeri teşkilatına bağlı Aksaray’a geldi ve burayı 77/699 tarihinde Bizanslılardan aldı. Yine Mervan oğlu Abdülmelik, Bizanslıların Aksaray’ı tekrar ele geçirmeleri üzerine bu havaliye ordularını sevk ederek; Ereğli, Aksaray, Karaman, Konya bölgelerini tekrar Bizanslılardan aldı. Fakat bu ifadeyi ihtiyatla karşılamak lazım, çünkü ulaşabildiğimiz kaynaklarda bunu teyit eden bir ifade de yoktur.
Abdulmelik zamanında (685-705), 80/699 yılında Archelais yağmalandı ve geçici olarak Müslüman Arapların elinde kaldı. Emeviler döneminde Müslümanların “Sûgur” ve “Avasım” denilen kalelerin ve müstahkem şehirlerin arkalarına sızdıkları olmuştur. Ama bir tarihçinin dediği gibi, Archelais’i yağmaladıkları ve tahrip ettikleri hakkında güvenilir kaynaklarda hiçbir bilgi yoktur. Güvenilir bir kaynak olan Fütuh-ul Buldan’da da bununla ilgi bir ifadeye rastlanmamaktadır.
132/750 ile 656/1258 yılları arasında hüküm süren Abbasi halifeleri zamanında Archelais (Garsaura)‘in Müslümanlar’ın hâkimiyetini tanıyarak cizye verdiği ve bazen de istila edildiği olmuştur. Nitekim Abbasi-Bizans mücadelesi sırasında da zaman zaman Abbasi komutanları Bizans içlerine akınlar yapmışlardır. Meselan Abdülmelik B.Salih Bizans topraklarında savaştı. Hatta Ankara’ya kadar geldi ve Matmûrayı fethetti. İbrahim Hakkı Konyalı ise Matmûra için şöyle yazmaktadır: “Archelais-Niğde arasındaki Melendiz; Hasandağı eteklerinde ve çevresinde bulunan Selime, Belisırma, Ihlara gibi yerleşim yerleri Arap kaynaklarında Metamir diye adlandırılmakta ve “Mıtmer” kelimesini “in” olarak açıklamaktadır. Matmure kelimesinin Osmanlıca manası, toprak altındaki in olduğuna göre Matmure’nin bulunduğu yerin birisi Ankara yakınında, diğeri ise Aksaray çevresindedir. Şüphesiz burada tarihi zaman itibariyle olaya yakın olan İbnü’l Esir’in ifadesi önemlidir.
Bizans’ın anlaşmayı bozup Aksaray, Konya, Karaman ve Ereğli havalisini zapt etmesi üzerine büyük bir orduyla tekrar Anadolu üzerine yürüyen Harun El Reşid, Maraş, Adana, Ereğli, Konya, Karaman, Aksaray ve Ankara vilayetlerini zapt etti. Buralara birer serdar koyarak bu havaliyi Abbasi toprağına bağladı. İbnü’l Esir ise bu olayı şöyle anlatmaktadır; Nikfor’un (Nikoferos) anlaşmayı bozması üzerine Hârûn (Harun Er-Raşid), Herakli’yi (Ereğli) otuz gün muhasara altında tuttu. 190/805 tarihinde Bizans İmparatoru’nun yıllık vergiyi, haraçlarını vermemesi üzerine Şevval 190 /Ağustos 806’da burayı fethetti ve halkını da esir etti. Yukarıdaki ifadenin aksine bu ifadede Aksaray ismi geçmemektedir.
Halife Memun, Achelais-Aksaray ile Niğde arasındaki Melendiz, Hasan Dağı eteklerinde ve çevrelerinde bulunan Belisırma, Ihlara, Melendiz Dağı ile Selime arasında bulunan Garp kaynaklarında Merg-ül-üsküf (Papazlar/Din Büyükleri Çayırlığı/Otlağı) anlamına gelen yerleri 216/831 yılında fethetti. Abbasi Halifesi
Mutasım zamanında ise Bizanslılara karşı Tuz Gölü dâhil, Ankara ve Amuriye’yi (Eskişehir) de içine alan büyük bir sefer düzenlenmiştir.
Bu sefer sırasında Ankara-Amuriye arasındaki, yerleşim alanlarının da istila hareketine maruz kaldığını düşündüğümüzde Archelais (Aksaray?) ismi geçmemekle birlikte buradaki yerleşim yerleri ve civarlarının Abbasilerin istilasına uğradığı muhakkaktır. Yüz yıldan beri süre gelen savaşlardaki yenilgiler Bizans ordusunun, Melendiz Ovası’nda Abbasilere karşı kazandıkları bir muharebe ile durdurulur. Arapların eline geçen birçok şehir geri alınır.
Aksaray ile çevresinin Abbasilerin elinde 160 sene kaldığı ve 357/965 tarihinde Bizans İmparatoru Fokas’ın kuvvetli bir ordu ile Abbasilerin elinde bulunan Aksaray, Ereğli, Karaman, Adana, Misis (Massisa) ve Antalya’yı zapt ederek buraları yeniden idaresi altına aldığı anlatılıyorsa da Aksaray’ın 160 sene devamlı olarak Abbasilerin elinde kalması mümkün değildir. Zira Tuvanuva (Kemerhisar) birkaç defa el değiştirdiğine göre Aksaray’ın da içinde bulunduğu bölge, kesin olarak bilinmemekle birlikte, el değiştirmiş olmalıdır. Abbasiler artık gerilemeye başlamıştır. Phokas (Fokas), Kilikya’yı ele geçirmesi ve Tzismiskes’in Suriye ve Mezopotamya’daki zaferleri sonucu Arap tehlikesini ortadan kaldırmıştır. Bizans sınırı tekrar Fırat’a kadar götürülmüş, Suriye’nin büyük bir bölümü de Bizans egemenliğine tekrar girmiştir.
IX. yüzyılın ikinci yarısından 1071’e kadar Bizans Kapadokya’sı altın yılını yaşadı. Bölgedeki kiliseler ve resimsel bezemelerin çoğu bu dönemde yapılmıştır. Bu durumu Aksaray topraklarındaki kilise ve manastırlarda da görmekteyiz.
Bizanslılar için artık en büyük tehlike doğudan gelen Selçuklulardı. Anadolu, Selçuklu beylerinin akınlarına sahne oluyordu. Bizans imparatoru bu meseleyi tamamen ortadan kaldırmak için büyük bir ordu hazırladı ve Selçuklular üzerine yürüdü. Fakat Selçuklularla yaptığı Malazgirt Savaşını kaybetti. Bu Bizans için
ağır bir darbe oldu. Doğu ve Orta Anadolu’yu kaybettikleri gibi, Süleyman Şah’ın İstanbul’a çok yakın olan İznik’te devlet kurmasına engel olamadılar. Bu olaylar Selçuklular bölümünde biraz daha ayrıntılı anlatılmaya çalışılacaktır.
Yukarıdaki ifadelerden, günümüz Aksaray’ın yerinde eski devirlerde Garsaura, Archelais, Kolonia veya Kolonia Archelais adlı şehirlerin olduğu belirtilmektedir. Bunların bir veya birkaçını W.M.Ramsay başta olmak üzere, Friedric Hild-Maarcell Restle, Charles Texier, Güngör Karauğuz, David Frenc, İbrahim Hakkı Konyalı ve Albert Gabriel gibi birçok yazarın eserinde görmekteyiz. Fakat Auguste Bailly, A.A. Vasiliev gibi Bizans tarihçileri ile zaman itibariyle olaylara daha yakın olan Arap tarihçisi İbnu’l Esir’in bölgemize ait verdiği bilgilerde bu isimlerden hiç bahsedilmemektedir.
l. Selçukluların Anadolu’ya Gelişi ve Selçuklu Egemenliği
Selçuklular, kuruluşlarından kısa bir süre sonra İran’ı, Mezopotamya’yı aldı ve Bizans Anadolu’su ile Fatimilerin Mısır Halifeliği’ne kadar uzanan bütün Batı Asya’yı fethettiler. Selçuklu akınlarının yönünün Anadolu’ya çevrilmesinde ve bilhassa Anadolu’ya yoğunlaşmasının birçok sebebi varsa da bunlardan en önemli ikisi; verimli bir yurt ihtiyacı ile İslamiyet’in gaza ve cihad emridir.
Türklere Anadolu’nun kapılarını ardına kadar açan en önemli olay şüphesiz Malazgirt Savaşı’dır. A.A Vasiliev’e göre Mantzikiert (Malazgirt) hezimeti, İmparatorluk (Bizans) için aslî bir ehemmiyette olan Anadolu üzerindeki Bizans hâkimiyetine öldürücü bir darbe oldu. 1071’den sonra Türklere mukavemet edebilecek bir Bizans ordusu artık mevcut değildi. Bir Bizans tarihçisi olan J.Skylitzes ise Malazgirt Savaşı’ndan sonra Türklerin Anadolu’ya girişlerini şöyle anlatmaktadır: “Türkler tesadüfî yağmacılar olarak değil, işgal ettikleri mıntıkaların hakiki sahibi olarak bu havalilere girdiler”.
Alparslan devrinde (1062–1072) Afşin, Ahmet Şah, Emir Sanduk gibi komutanlar Lyconia (Karaman) Eyaleti’ne girerek, Anatolika Themi’nin merkezi İkonıum’u (Konya) yağma ve tahrip etmişlerdir. Ünlü komutan Afşin, başta Kayseri olmak üzere Kapadokya şehirlerinden çoğunu almıştır. Burada Aksaray isminden bahsedilmemekle birlikte Konya’ya yakınlığını göz önüne aldığımızda bu bölgeye de uğradıkları düşünebilir. Aksaray isminin geçtiği ifadeler Süleyman Şah’la ilgili olup bunlardan birincisi İbn- ül-Azrak’a ait olup şu şekildedir: “Melik Süleyman, Melikşah nezdinden gelip Malatya, Kayseri, Aksaray (Beyaz Şehir), Konya, Sivas ve bütün Rum’u fethedip oralara hâkim oldu.” İkincisi ise İbn’ül Esir’e aittir. Eserindeki 477/1084–85 yılı olaylarının anlatımında Aksaray şu şekilde geçmektedir: “Enedil (Bilâd-ı Rum)’deki Konya, Aksaray ve çevresinin hükümdarı olan Süleyman B. Kutalmış bu sene Suriye’ye yürüdü ve Suriye topraklarındaki Antakya’yı fethetti. Antakya 358/968-969 yılından beri Rumların elindeydi.” Bu ifadeden anlaşıldığına göre Süleyman Şah 1084-1085 tarihinde Aksaray’ın hükümdarıdır.
Selçukluların ilk zamanları hakkında yeterli bir bilgi yoktur. Bu o dönem tarihimizin karanlık olmasından ileri gelmektedir. Bu yüzden bazı olaylar birbirine karışmıştır. Dolayısıyla Aksaray’ın fethi hakkında kesin bir bilgi yoktur. Mesela; Kapadokya adlı eserde “1076 yılında Kutalmış oğlu Süleyman Bey tarafından Anadolu Selçuklu egemenliğine katıldı” ifadesi yer alırken; İbrahim Hakkı Konyalı Aksaray’la ilgili eserinde “Anadolu Selçuklularının ilk zamanlarında Aksaray, Danişmendliler’in elindeydi.”, eserinin bir başka yerinde de “Archelais, Danişmendli Gazi’nin fethettiği yerlerdendir.” denilmektedir. Yine Aksaray’la ilgili bir başka esere göre de Danişmend Ahmet Gazi’den bahsedilirken “Bütün Kapadokya’yı almıştır. Bu sırada hala adı Archelais olan Aksaray’ı fethetmiştir.”.
Selçuklu Sultanı 1.Rükneddin Mesud’un Danişmend seferi sırasında Aksaray, Selçukluların eline geçmiştir. Hâlbuki Danişmendoğlu’nun sahip olduğu yerlerle ilgili bilgi veren Amasya Tarihi’nde Aksaray veya Archelais ismi geçmemektedir. Ayrıca Tarihçi Hazarfen 479/1087 Danişmendoğlu’nun, Süleyman’ın
ölümünden her halükârda daha sonra kendi sahası olacak Kapadokya bölgelerini ele geçirdiği intibaına sahiptir. Danişmend hakkında 1095’ten önce bir malumat olmadığını belirtir. Abu’l Farac Tarihi’ne göre de Süleyman Şah’ın Antakya’yı fethettiği sırada Sebastia (Sivas), Kayseri ve Pontus’ta ise Danişmendoğlu İsmail namında bir emir hüküm sürüyordu. Bu memleket onun adına izafe edilerek bugüne kadar Danişmendli Ülkesi adını taşıyordu.
Netice olarak yukarıdaki ifadelerin aksine ilk zamanlarda Aksaray’ın Danişmendliler’in elinde olduğuna dair bir kesinlik olmadığı gibi Süleyman Şah’ın Antakya seferinden önce Orta Anadolu’ya (Kapadokya’ya), sahil bölgelerine ve bütün Asya (Anadolu) vilayetlerine de hâkimiyeti yaydığı ve bu bölgelere valiler (nâib) tayin ettiğinin bilinmesi Aksaray’ın bu dönemlerde Danişmendoğlu’nun değil, Süleyman Şah’ın elinde olduğunu gösterir.
Süleyman Şah’ın ölümüyle oluşan karışık dönemde Aksaray ve bir kısım topraklar Danişmendliler tarafından ele geçirildiği ve 1. Haçlı Seferi’nden sonra Danişmend Gümüştekin’le arası bozulan Kılıçaslan’ın, Danişmendliler’i yenerek Kayseri, Ankara ve Aksaray’ı geri aldığı ifade ediliyorsa da143 Hasandağı Savaşı’ndan önce ve savaş sırasında Kapadokya, Süleyman Şah’a bağlı Ebu’l Gazi’nin (Emir Hasan’ın) elinde olduğu bilinmektedir.
Süleyman Şah’ın ölümünden sonra başa geçen 1. Kılıçaslan devrinde Aksaray’ı ilgilendiren iki önemli olay vardır. Birincisi 16 Haziran 1097’de İznik’i alıp ileri yürüyüşlerine sürekli devam eden Haçlıların Ereğli’de ikiye ayrılarak 1. kolunun Kayseri istikametine doğru yürümesi sırasında Hasandağı’nda Hasan Bey’in yaptığı savaştır. Kanlı sahnelerin yaşandığı bu çarpışmalarda Haçlılar çok zayiat verdiyse de ileri hareketlerine engel olunamamıştır. Prof. Dr. Osman Turan ‘’Selçuklular ve İslamiyet’’ ve ‘’Selçuklular Zamanında Türkiye’’ adlı eserlerinde Hasandağı isminin, memleketini kahramanca müdafaa eden ve zirvenin eteğinde şehit olan Hasan Bey’den dolayı verildiği belirtmektedir.
1. Kılıçaslan’ın ölümünden (19 Şevval 500/14Haziran 1107) sonra ilk önce Selçuklu tahtına Şahin Şah oturduysa da, kardeşi Mesud onu bertaraf ederek Konya’da babasının tahtına oturdu.
Danişmendliler, bu taht kavgalarından yararlanarak Aksaray dâhil Selçuklu Ülkesi’nde damadı Sultan Mesud’a bıraktığı Konya havalisi müstesna, Malatya’dan Sakarya boylarına kadar bütün Selçuklu beldelerini Danişmendli Devleti’ne bağladı. Böylece Selçuklu Sultanı 1. Mesud, Danişmendli hâkimiyeti altına girdi.
Daha sonra kuvvetlenen 1. Mesut, damadı ve aynı zamanda Danişmendlilerin meşru varisi olan Zunnûn’u desteklemek amacıyla Danişmend Ülkesi’ne girerek başta Aksaray olmak üzere Danişmendli vilayetlerinin birçoğunu ele geçirdi. Selçuklu-Danişmendli mücadelesinde Mesud’un oğlu II. Kılıçaslan gerek babası zamanındaki melikliği, gerekse sultanlığı zamanında, Aksaray’ı Danişmendliler’e karşı bir üs olarak kullanmıştır.
Aksaray; Türklerin Anadolu’nun ortasında, Konya merkez olduktan sonra doğuya giden yol üzerinde kurdukları en namlı iskân yeridir. Bu şehir XII. yüzyılın ikinci çeyreğinde Rükneddin Mesud zamanında inşa edilmiştir. Bu ifadeye göre Aksaray’ın ön plana çıkması I.Mesud devrinden itibaren olmuştur. Kılıçaslan’ın babası zamanında melik olarak Aksaray’da bulunduğu; Ulu Cami’nin minberindeki ifadelerden anlaşılmaktadır. Aksaray’ın ortaya çıkışı, II. Kılıçaslan’ın sultanlığı zamanında olmuştur. Kılıçaslan, saltanatının başlarında Aksaray şehrini kurmuştur. Bununla ilgili Farsça “Tarih-i Âl-i Selçuk Der Anadolu” adlı kitapta Aksaray’la ilgili günümüz Türkçesi ile şunlar yazılmaktadır:
“550 yılında Mesud oğlu Kılıçaslan’ın hükümdarlığı… Hükümdarlığının ilk zamanlarında Aksaray’ı yaptı. Kervansaraylar, pazarlar kurdu.”
Anonim Selçukname’deki “Kılıçaslan saltanatının başında ve 550/1155 yılında Aksaray’ı bina etti. Kervansaraylar pazarlar kurdu.” ifadesi de bu olayı teyit etmektedir. II. Kılıçaslan 566/1170’da yeniden kurduğu Aksaray’da kendisine bir saray (Ak Saray), askerlerine meskenler, rıbâtlar (zaviyeler) ve çarşılar
yaptırmış; Azerbaycan’dan buraya gaziler, âlimler ve tüccarlar getirerek yerleştirmiştir. Bir gaza ve ordugâh üssü haline getirdiği bu şehirde, İslam ruhu ve gaza mefkûresinin bozulmaması için de kötü insanlar ile Rum ve Ermenilerin, Aksaray’a girmelerine müsaade etmemiştir. Çok defa burada oturduğu ve seferlerine buradan başladığı için diğer Orta Çağ Anadolu şehirlerinden her biri hususiyetine göre bir unvan taşırken Aksaray’a da bu hususiyeti dolayısıyla Dâr’üz-zafer, Bazen Dar’ul-cihad ve Dar’ul-ribat unvanları verilmiştir. Emin Bilgiç Hrozny’i (.AOr, s.73; Garstang İndeks, s.30) kaynak göstererek “Naramsin’den bahseden Eski Hitit metninde geçen Kurşaura’nın klasik Garsaura (Bu günkü Aksaray) olduğuna kat-ı nazarıyla bakılabilir.” derken; Tuncer
Baykara’da Aksaray şehrinin ismiyle ilgili ifadesinde “Adının Garsaura’dan geldiğine dair zorlamalar olsa da doğrudan Beyaz-Saray anlamı açık ve kesindir.” demektedir. Aksaray ismi ayrıca Taxara veya To Axsara şeklinde ifade ediliyorsa da bu isim de Aksaray’ın Rumca söylenişinden başka bir şey değildir.
II. Kılıçaslan’ın ölümünden sonra Konya’da tahta I.Gıyaseddin Keyhüsrev oturdu. Fakat kardeşi Tokat Meliki Rükneddin buna karşı mücadeleye başlayarak Keyhüsrev’den M.1196’da saltanatı aldı. Konya’da tahta oturdu. Rükneddin Süleyman Şah bu sırada Konya’ya Aksaray üzerinden gitmiştir. Rükneddin Süleyman Şah öldükten sonra Konya tahtına küçük yaştaki oğlu III. İzzeddin Kılıçaslan geçti. Gıyaseddin Keyhüsrev buna karşı çıktıysa da yenildi. Yalnız Aksaraylıların Gıyaseddin’i Aksaray’a davet etmeleri üzerine Konyalılar, Aksaraylıları kıskanarak Keyhüsrev’i Selçuklu tahtına oturttular. Tahta çıkış tarihi 8 Ağustos 1206 veya 601 Receb/1205 Şubatıdır.
I.Gıyaseddin Keyhüsrev başa geçtikten sonra bu tahtı kendisine sağlayan Yağıbasanoğullarına önemli görevler vermiştir: Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından 1200’lerde Aksaray Valiliği’ne Muzaffer’üd-din Melik Mahmud Gazi’nin getirildiği ifade edilmektedir. Fakat bununla ilgili hiçbir kayıt  erilmemektedir. Gıyaseddin Keyhüsrev devrinde altyapı ve huzurun sağlanmasıyla Anadolu milletlerarası ticaret ve transit yoluna açılmıştır. 1211’de ölen Gıyaseddin Keyhüsrev’in yerine, kardeşi Alâeddin’i bertaraf eden İzzeddin Keykavus tahta oturdu. Sultan-ül Galip unvanını kullanan I. İzzeddin Keykavus; şairliği olan, kültür seviyesi yüksek bir sultandı. Âlim ve şairleri himaye ederdi. Bundan dolayı Selçuklu Ülkesi’ne onun zamanında birçok âlimler geldi. Bu gelenlerden biri de Muh-id-din Arabî’dir. Adı geçen Muh-id-din Arabî bu dönemde Aksaray’da kitap yazmıştır.
İzzeddin Keykavus’un Sivas’ta inşa ettiği muhteşem Dar’üş-şifâ’nın (hastahane) 618 tarihli vakfiyesinde şahid olarak adı geçen Hüseyin bin Abdulkerim bin Muhammed, Aksaray Hâkimi ve Selçuklu Ülkeleri Kadıaskeri yani Kadî-l- kuzât’tır.
1219’da ölen İzzeddin Keykavus’un yerine Malatya ve Aksaray üzerinden Konya’ya varan Alâeddin Keykubad, Selçuklu tahtına geçti. Alâeddin Keykubad devri, Anadolu Selçukluları’nın en parlak devridir. Bu hükümdar ilme, kültüre ve sanata büyük önem verirdi. Devr-i iktidarında ticareti geliştirmek için seferler
düzenlediği gibi (Suğdak Seferi); ticarete sigorta sistemini getirerek meydana gelebilecek zararı telafi etmekle kalmayıp aynı zamanda ticaret için kervansaray, han, köprü, tersane, hamam gibi eserleri yaptırarak milletler arası ticaretin gelişmesi için rahatlığı ve güveni sağlamıştır. Bu dönemde Aksaray ve civarında Sultanhanı Kervansarayı (Âlai Hanı), Beramuniyye, Ebubekriye Medreseleri gibi birçok eser yapılmıştır.
m. Moğol Egemenliği
Alâeddin Keykubat’ın ölümünden sonra Selçuklu tahtına II. Gıyaseddin Keyhüsrev geçti (31 Mayıs 1237). II. Gıyaseddin Keyhüsrev devrinde Vezir Saadettin Köpek meselesi, Baba İshak İsyanı gibi olaylar yaşanmış; bilhassa Baba İshak olayında memleket kargaşaya sürüklenmiştir. Yalnız bu devrin asıl önemli olayı ve Anadolu Selçukluları için bir dönüm noktası olan Kösedağ Savaşı’dır. Çarşamba 25 Temmuz 1243/8 sefer yılı 641 günü meydana gelen bu savaşta, Moğollar Selçuklu ordusunu Kösedağ’da büyük bir hezimete uğratmıştır. Bu savaştan sonra Selçukluları Moğol hâkimiyetine sokan bir anlaşma yapılmıştır. Moğollarla yapılan bu anlaşmayla, Selçuklu Devleti bunlara haraç veren tabii bir devlet haline gelmiştir.
İlk zamanlar devlet bu sarsıntıya dayandıysa da Moğolların devamlı baskı ve zulümleri, Selçuklu devlet adamlarının ihtirası yüzünden ileriki yıllarda görüleceği üzere halk perişan, Sultanlar da Moğol valileri elinde oyuncak olmuştur.
II. Gıyaseddin’in ölüm tarihi olarak İslam kaynakları H.643 ve Hıristiyan kaynakları da 1245 yılını verirler. Anonim Selçukname’de H.643 Recep ayı ortasında (1246 yılının başlarında) olduğu belirtilmektedir. Gıyaseddin devrinde Harzemliler’in meselesi, Baba İshak’ın sebep olduğu isyan, Vezir Saadettin Köpeğ’in bazı ileri gelen devlet adamlarını öldürtmesi ve nihayet Kösedağ’daki acı mağlubiyete rağmen; devletin kuvvetli bünyesi ve iktisadi yapının sağlamlığından, bayındırlık faaliyetlerine devam edilerek mimari eserler vücuda getirilmiştir. Bunun en güzel örneği Aksaray’ımıza 13 km mesafedeki Ağzı Karahan Köyü’ndeki Hoca Mesud Kervansarayı’dır. Selçuknameler ve vakfiyelerde bunun ismi “Ribat-ı Hoca Mesud” veya “Kervansaray-ı Hoca Mesud şeklinde geçmektedir. İkinci Gıyaseddin Keyhüsrev 643/1245’te öldü. Sultanın ölümünden sonra Selçuklu tahtına II. İzzeddin Keykavus geçti. Fakat Rükneddin Kılıçaslan, ziyaretine gittiği İlhanlı Hükümdarı Güyük Kaan tarafından kendisine Selçuklu Sultanlığı’nın verildiğini söyleyerek kardeşine isyan etti. Alâeddin
Kervansarayı (Sultanhanı) civarında iki ordu karşı karşıya geldiler. Yapılan savaşta İzzeddin Keykavus galip geldi (1249). Konya’ya giden II. İzzeddin Keykavus 1246 tarihinde yalnız başına tahta oturduysa da 1249 tarihinden itibaren Selçuklu Sultanlığı’nı iki kardeşiyle (Rükneddin Kılıçaslan ve II. Alâeddin Keykubad) birlikte yönetmeye başladı. Anadolu’da tek sultanın fermanı yerine kendi fermanlarıyla atamalar yapıyorlardı. Saltanat ortakçısı olan II. Alâeddin Keykubad’ın ölümünden sonra Sultan II. İzzeddin ile Sultan Rükneddin Kılıçaslan’ın arası bozuldu. Bunun üzerine Konya’dan kaçan saltanat ortağı Sultan Rükneddin Kılıçaslan, Aksaray üzerinden Kayseri’ye gitti. Burada sultanlığını ilan etti. Bunun üzerine savaş çıktı. İki ordu Kayseri’de Ahmed Kalesi Ovası’nda çarpıştılar. İzzeddin galip geldi. Sultan İzzeddin, Selçuklu tahtına tekrar tek başına oturdu.
654/1256 yılında büyük bir orduyla Anadolu’ya hareket eden Baycu Noyan, Selçuklu Sultanı’ndan yazlık ve kışlık talep etti. Sultanın adamlarının karşı çıkması üzerine Sultan Alâeddin Kervansarayı düzlüğünde yapılan ve Selçuklu Sultanı’nın da bulunduğu savaşta Moğollar galip geldi.
Sultan İzzeddin savaşı kaybettikten sonra Konya’ya döndü, oradan Uç Vilayetler yolu ile İstanbul’a gitti. Moğol Boycu Noyan ise Sultanhanı veya Kılıçaslan kervansaray civarında ordugâh kurdu ve Aksaray çevrelerindeki askerin halka ziyan vermemesi için Şahnalar tayin etti. Boycu Noyan’ın Anadolu’yu terk
etmesinden sonra İzzeddin Keykavus, 14 Rebiyülevvel 655/3 Nisan 1257 Pazar günü Konya’ya gelerek tekrar tahtına oturdu. Moğollar tarafından Sultan Rükneddin, Selçuklu tahtına getirildiyse de Konya’ya giremedi. Araya elçilerin girmesiyle iki kardeş arasında barış sağlandı. Memleket ikiye ayrıldı. Kızılırmak’ın batısında kalan topraklar Sultan İzzeddin’e, doğusunda kalan topraklar Rükneddin Kılıçaslan’a verildi. Aksarayî’de bunun tarihi 557/1259’dur. Vezir derecesine yükselmiş ve ricalden olan Anadolu’daki hassa gelirlerini toplamak ve korumak için Anadolu’da Moğollar tarafından görevlendirilen Taceddin Mûtez, Sultan İzzeddin’den gördüğü soğuk muamele karşısında Aksaray’a gelerek onun aleyhinde faaliyetlere başladı. Neticede Sultan
Rükneddin Moğollara dayanarak Konya’ya geldi ve tek başına Selçuklu tahtına oturdu. Sultan İzzeddin ise Bizans’a sığındı. İzzeddin Keykavus devrinde Aksaray civarında gelişen siyasi olaylar ve kardeşler arasında yapılan savaşların dışında bir başka olay da; bu dönemde Gelveri’nin (Güzelyurt) Sultan İzzeddin Keykavus tarafından Konya Subaşısı Ebû’l Mücahid Mehmed’e 1200 kırmızı mısır altınına satılmasıdır. Satılmayla ilgili hüccet Aksaray Mahkemesi tarafından verilmiştir. Hüccet H.657 yılı Muharreminin yirmi beşinci günü M.1258 tarihinde tescil edilmiştir.
IV. Rükneddin Kılıçaslan devrinde Aksaray, Moğolların siyasi merkezlerinden biridir. Kılıçaslan Rükneddin zamanında Sinop fethedilmişti. Fakat ülkenin durumu hiç de iyi değildi. Bilhassa Niğde Subaşısı Hatıroğlu ve onun mutemetleri halka sıkıntı ediyorlardı. Fermanlar çıkarıldıysa da etkili olunamadı. IV.
Rükneddin Kılıçaslan tahtın otoritesini tekrar sağlamaya başlayacağı sırada, başta Muineddin Pervane olmak üzere bundan tedirgin olanlar, Aksaray’da Taceddin Mûtez etrafında toplanmaya başladılar. Onu halletme yollarını aradılar ve sonunda Moğollarla iş birliği yaparak sultanı ortadan kaldırmaya karar verdiler. Pervane, Moğol emirlerini ikna için hediye verme dâhil Sultan Rükneddin Kılıçaslan aleyhine birçok söz söyledi. Daha sonra dostu Baynal Yargucu durumu araştırmaları için Aksaray tarafına gitmeleri konusunda Moğolları ikna etti. Sultana da haberciler göndererek “Çok önemli bir iş için Padişah yarlığı çıkmıştır. Siz Sultanın ondan haberdar olmanız gerekmektedir. Eğer gelmekte gecikmezseniz büyük emirlerin rızasını ve memnuniyetlerini kazanmış
olursunuz, dedi.”
Neticede Aksaray’a gelen sultanı av sırasında otağında yayın kirişi ile boğdular. Anonim Selçukname’ye göre bunun tarihi 22 cemaziülahir 664/1266’dır. İç organları Aksaray’da çıkarılarak cenaze Konya’ya gönderildi. Aksaraylı bir tarihçi olan Kerimüddin Mahmud ise Sultanın ölümünün zehirle olduğunu şöyle anlatmaktadır: “… Kulkul Sahrası’nda Nabşi’nin eğlence derneğinin kurulmuş olduğu eğlence çadırına girdi. Şarap kadehlerinin sık sık dolaşması, Sultanın başını döndürmüş, kendinden geçecek derecede mest etmişti. Bir aralık şarap kadehine konulan zehri de içti. Bu ecel kâsesinin verdiği ıstırap üzerine hemen şehre (Aksaray’a) dönmek istediyse de bırakmadılar. Bütün gece orada alıkoydular. Nihayet bu çadırda ömrünün son nefesini verdi”. Bununla beraber zehirlenerek veya boğdurularak öldürülmesi saklanmış, içkiden hastalanarak öldüğü ilan edilmişti. Mevlana’nın müridi olan sultanın şarap içeceğini düşünmek abesle iştigaldir. IV. Rükneddin Kılıçaslan öldürüldükten sonra 664/1265 yılında Sultan III. Keyhüsrev’i Selçuklu tahtına oturttular. Bu dönemdeki önemli olaylardan biri de Hatıroğlu isyanıdır. Hatıroğulları’nın bu isyan hareketine Karamanoğulları’yla Uç Türkleri de katılmışlardır. Moğollar tarafından isyanı bastırılan Hatıroğlu’nun kendisi de öldürüldü.
Önce Hatıroğullarının isyanı, Baybars’ın Anadolu’ya gelmesi, arkasından Abaka Han’ın Anadolu’ya gelip katliam yapması, Pervane’nin ölümü ve Karamanoğulları’nın Konya’yı işgal edip, Cimri’yi Selçuklu tahtına oturtmaları, Selçuklu Devleti’ni büyük bir siyasi buhrana sürüklemiştir. Bunun tabi neticesi olarak zaten ekonomik açıdan perişan olan halk katliam ve zulme uğramaktaydı. Bu karışıklık sırasında Karamanoğlu Mehmet Bey, Aksaray’ı kuşattıysa da alamamıştır.
Bu zulümden Aksaray da nasibini almıştır. Mesela Aksaray’ın birkaç yıllık vergi ve kesimlerini İlhanlı hükümdarı adına iltizam etmiş olan Kızıl Hamid, Türk ve Araplardan topladığı 4000 kişilik bir süvari ile bu şehre girip Aksarayî’nin ifadesiyle, “Uğursuz bir tesadüf gibi halka musallat oldu. Üç gün oturdu bu müddet
içinde cebren o kadar ağır vergiler yükletti ve o kadar soygunculuk yaptı ki bu hainin zulüm ve işkencelerinin korkusundan ahalinin gündüzü geceye döndü”. Bu Kızıl Hamid’in ayaklandığını duyan Moğollardan Şehzade Konkurtay, Aksaray’a baskın yaptı. Bu baskın sırasında meydana gelen çarpışmalarda Kızıl Hamid öldürüldüğü gibi; şehirde 6000 kişi ölmüş, kısmen de esir edilmiştir.
Ahmet Teküdar Han da Hülâgu Han gibi Selçuklu diyarını iki parçaya ayırarak yarısının Gıyaseddin Keyhüsrev’e öteki yarısının da Gıyaseddin Mes’ûd’a bırakılmasını kararlaştırdı. Daha sonra Sultan Gıyaseddin Mesûd, İlhan’dan almış olduğu yarlıkla Selçuklu tahtına oturdu. 682 Zilkadesinin sonu (19-2-1284) idi. Bu dönemde de Aksaray siyasi bir merkez, bir uğrak yeri olmuştur. Mesela Keygatu’nun Konya üzerine yürürken Aksaray’a geldiği gibi Konya dönüşünde de tekrar Aksaray’a uğradığı muhakkaktır.
Moğol beyleri soygun için Anadolu’ya bütün ağırlıklarıyla yükleniyorlardı; bir hâkim yerine iki hâkim, bir müstevfi yerine dört müstevfi, bir yazıcı yerine sekiz yazıcı, bir kâtip yerine on kâtip hatta bir kişiye yetişmeyen bir dirliğe on kişi gönderiliyordu. Anadolu’nun yıkılmayan yerlerini da yıktırıyorlardı. Bütün
bunlar yetmiyormuş gibi Anadolu halkı, Sultan Mesud’a karşı kardeşi Şehzade Rükneddin Kılıçasla n’ın, Moğol Hanı’na karşı da Moğol komutanlarından Doğan, Tugaçar ve Baltu’nun ayaklanmalarına şahit olmuştur. Sultan Mesud, Moğollar’ın elinde kukla durumunda olup sultanlığı ismen devam etmekteydi. Hiçbir yetki ve otoritesi kalmamıştı. Moğol komutanları Sultan Mesud’un Anadolusu’ndaki bu boşluktan istifade ederek burada sultan veya hanlıklarını ilan etmek istiyorlardı.
Gazan Han zamanında İlhanlı katına giden Sultan Mesud’un, Balto (Baltu) isyanıyla ilgili gösterdiği mazeretleri kabul görmüş, fakat geri dönmesine müsaade edilmemiştir. Gazan Mahmud Han, 695 Recebinde Salt